● Kendini izhar ettiğinde, o mahalde; "Vech"ini gösterdiğinde her yerde ve şeyde "O"nu sevmemek asla mümkün değildir !! Kör değilsen..?
● Allah "Ahad" ise; "sen"in yerin ne?
●"Allah'ın Vechi", Cennet’te görülür. Vechini gören de, Cennet ehlidir!
●“Özde biriz!”
●“Hakikat, "ÖZDE BİR" olmak; marifet, "GÖZDE BİR" olmaktır!!”
Üstad Ahmed Hulusi
~ ~ ~ ~ ~
Üstad Ahmed Hulusinin 08.03.1991 «Özde BiRiZ » isimli sohbeti :
«ÖZDE BiRiZ»
Soru:
“Efendim bir şey sora bilirmiyim? Demin Namaz kılarken „Siz mukimsiniz, biz misafiriz“ buyurdunuz. Bir parça açarmısınız, rica etsek? Ne için misafirin namazı, mükimin namazından farklıdır, bunu açıklaya bilirmisiniz, lütfen?“
Üstad cevap:
Mukim ikamet ehlidir, yani bir yere gelmiş orda yerleşmiş kişi, misafir de belli kısa bir süre için gelmiş orda müddetini tamamlayip hemen gidecek olan kişi.
Bu konuyu bir Bektaşi babasına sormuşlar :
„Baba“ demişler „sen hep farzı kılıyorsun oda, çoğunlukla iki rekat kılıp geçip gidiyorsun, ne sünnet kıldiğin var ne nafile?“
"Evlat" demiş, "Biz misafiriz, misafir namazı kılarız!"
„Baba“ demişler „Ne misafiri, biz altı aydır görüyoruz, sen hep burdasın?“
„Evlat“ demiş „biz uzaktan geldik kısa süre şu dünyaNızda mevcuduz misafirliğimiz bitince çekip gideçeğiz bu dünyandan. Biz sahip çıkmadık bu dünyaya, dünyaya sahip çıkanlardan değiliz. Dolayısıyla, biz misafiriz hiç bir şeye sahip değiliz bu dünyada...!“
Şimdi o Bektaşi babasının ifade ettiği anlamda misafirin namazı iki rekattır, kısadır. O iki rekat namazın birincisinde, Dünyadan geçer, ikincisinde Ahiretten geçer, ALLAH`la baş başa kalır. Orda biter işi, ama yerleşik kişinin mukimin işi uzundur. Dünyadan ahiretten geçse de benlikten geçemez. O benlikten geçmek için iki rekat daha ilave eder.
Misafirde benlik yoktur zaten...
Gariptir misafir, garib gelmiştir, garib gider bu dünyadan. Peki bu dünyaya misafir gelmiş olanın hiç alameti işareti varmı? Ona işaret eden husus varmı?
Var!...
Hz.Rasulullahın çok meşhur bir hadisi şerifi var, bu hadisi şerifide buyuriyor ki aleyhissalati vesselam:
"Bana dünyaNızdan üç şey sevdirildi…, bana dünyaNIZ (!) dan üç şey sevdirildi Güzel koku, Kadın ve gözümün nuru Namaz!" diyor..
Şimdi bu üç şeyin izahina açıklamasına ben girmeyeceğim. Çünkü o başlı başına ap ayrı bir konu. Fakat bu hadisi şerifide Efendimizin işaret ettiği bir önemli husus varki, onu çok iyi anlamak lazım.
"DünyaNIZ´dan!" diyor. „Dünya-NIZ-dan“...
Yani size ait olan bu dünyadan.Yani „Ben bu dünyadan değilim!“, „Ben Sizin bu dünyanızdan değilim !“
Nerden?
Uzaydan mı geldi peki? Yani başka bir galaksiden misafirmi geldi? İnsan suretine bürünerek? Bu manada mı?
Hayır!
Bu dünyanın değerlerinin, bu dünyanın nesnelerinin hiç birşey ifade etmediği o kudsi yaşam aleminden biri olarak bizlere bakıyor...
Burdan soyutlanmış maddi değerlerden,beşeri şartlanmalardan, beşeri değer yargılarından, bunların hepsinden soyutlanmış, “Kudsi Ruhun” makamından biri, bir kişi olarak hitap ediyor.
Dolayısı ile “sizin dünyaNIZdan” diyor…
Sizin dünyanızda para vardır değerli, bağ vardır değerli, makam vardır değerli, şöhret vardır değerli, şan şöhret koltuk hepsi vardır değerli.
Halbuki bunların hiç biri “O”nun dünyasında değer ifade etmez. Sırtından çeketini çıkartır gibi, bütün bu değer yargılardan arınmış geçmiş.
Ne demiş: “dünya varmış, ta ki yokmuş”… , bunun evvelinde ne diyor?
“İç bade güzel sev var ise aklı şuurun, dünya varmış, ta ki yokmuş” umrunda değil.
Bunu duyan şekil ehli hemen diyor ki:
"Haşa içki haramdır, şarap haramdır!"
Ona cevap vermiş öteki:
“Ben doldurur ben içerim, O yar benim, kime ne?
Sofular haram demiş bu Aşkın şarabına..
Sofular haram demiş BU AŞKIN ŞARABINA..
ben doldurur ben içerim, O yar benim, kime ne?”
İşte: “İç bade“ dediği bade, rakı, şarap, wiski wodka değil!
AŞK!...
O “AŞK” ile dol ki, güzel sev, güzeli sev. Güzel kimdir?
Kaşi güzel, gözü güzel, ağzı burnu yüzü güzel mi? Hayır!
Onuda Hz. Rasulullah (s.a.v) acıklıyor:
“İnnallahe cemiyül yuhibbun cemal” (14/02)
"Allah güzeldir, güzeli sever!"
“AŞK” ile dol, o “AŞK” ile benliğin varlığın yansın, kül olsun, yok olsun bitsin!
Ve o zaman gör ki varlıkda o TEK VECHİH sahibi olan güzelden başka birşey yok.
Ve “O”nun sevgisi ile dol, o sevgi ile yaşa. Işte o zaman “dünya varmış, ta ki yokmuş” ne umrunda, o “AŞK” ile..
Bunun basiti de var. Bir kadına aşık olursun, bir erkeğe aşık olursun, gözün ondan başka birşey görmez. Ne para ne pul ne nam ne isim, hepsinden geçersin, yedi sülaleyi terk edip gidersin.
Neye?
O aşık olduğun sevdiğin kadın veya erkek uğruna.
Ya Hu hiç kadın veya erkek uğruna birşey terk edilir mi? Terk edilir..!
Niye terk edilir?
Sen niye terk ettiğinin farkında değilsin! Çünkü sevdiğinin “kim” olduğunu bilmiyorsun. Sende “terki" meydana getiren sevgi, aşk, her ne kadar senin gafletin dolaysiyla o suret diye sanırsında, o surette sana yüzünü gösterenedir, o suretde sana yüzünü gösteren “ALLAH”dır.
Kim nerede ne zaman neye aşık olmuşsa neyi sevmişse, gerçek onun sevdiği sadece ve sadece “ALLAH”dır!
“ALLAH” kendi güzelliğini kendi hüsnü cemalini bir suretden zahir kıldığı zaman, “O”na “AŞIK” olmamak mümkün değildir.
İşte bunu bazen zahir yollu yapar, bazen batın yollu yapar. Batın yollu yüzünü sana gösterirse, sen sanırsın ki, ben Ayşeye , Fatmaya, Ahmede, Mehmede aşığım. Ve o “AŞK” uğruna neler yaparsın neler...
Ama zahir yollu gösterirse o zaman gördüğünün “kim” olduğunu bilirsin. Her an “AŞK”ı yaşarsın, “AŞK”la dolar, “AŞK” taşar deli divane olursun.
O yüzden Hz.Rasulullah buyurmuş ki : “AŞK cünunun bir cüzüdür!”delilikten bir cüzdür “AŞK”. İnsan yüreğini o “AŞK” sardığı zaman, akıl geri plana kaçar, miknatısı iğneye tuttuğun zaman, iğnenin aklı gider, miknatısın peşinden koşar, çekim kanununa tabii olur o iğne, mıknatısın yanında.
İşte ALLAH bir surette yüzünü gösterince sana, “O”nun peşinden gitmemek mümküm degildir. Gafilsen dersinki, ben Ayşenin, Fatmanın, Ahmedin, Mehmedin peşinden gidiyorum. Arifsen bilirisinki sana yüzünü gösteren seni peşinden götüren “O”dur.
“Gel gör beni ´AŞK´neyledi” Yunus yanmış, yanmış, yakınmış. İşte bu “AŞK”ın dünyası insanı kuşatmadıkça, insan benliğinden geçemez.
Peki…
“AŞK” nedir?
Benliğini sana unutturan şeydir “AŞK!” Ne ki benliğini sana unutturur, işte “O” dur “AŞK”, çeker seni götürür, elinde değildir peşinden gitmemek!
“AŞK” katlanılması çok küçük şeydir!
“En narun Aşk” « Ben Aşk Ateşiyim » diyor seyyid Ahmed Rufai. Bir yandan sema yapiyor , bir yandan “En narun Aşk” diyor, da “Ben aşk ateşiyim” diyor, onu gören, yanıyor yakınıyor peşinden koşup gidiyor. Kadını, erkeği “O”ndan öyle bir ifade zuhur ediyor ki, daha doğrusu “O”ndan “Vech”ini gösteriyor ALLAH.
Her ne kadar adı Ahmed Rufai konulmuşsada, o ismin altinda KENDiNi izhar ediyor. Mümkün mü “O” nu görüpde peşinden gitmemek. Her nerede ve ne ki, sana benliğini unutturup peşinden koşturuyor, işte O ALLAH`tır. Ama haşa ki o suretile ALLAH`ı kayıt altına almayasın! Bunun vechihlerinden bir vecihtir ”O” onun yüzlerinden bir yüzdür “O”.
O yüzden zahir oldugu gibi, hatsız hesapsız yüzlerdede zahir olur. Zaten her an oluyor… Herkesin bir sevdigi vardır, her sevenin sevdiği o sevenilen “O” dur. Bir yandan sevilen oluyor, öbür yandan seven.
Sahnede kendinden gayrına yer yoktur. „AŞK“ ile zuhur ediyor, en güzel bir şekilde sevilen oluyor, sonra dönüp karşıya geçip, sevenin aşığını oynuyor…
Ondan sonra ayeti kerimede diyorki:
“Muhakkak ki dünya bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir!”
ALLAH diye bilmek kolaydır, ALLAH`ı bilmek zordur,
ALLAH`ı bulmak zorlardan çok çok daha zordur!
Varlığını yok edipte, var sandığın vehminin sana var sandırdığı vehmini, ortadan kaldırıpta, varlığında Baki olanın ALLAH olduğunu yaşaya bilmek, yeryüzünde ender kere ender zevata mahsustur. Elbette kendisini böylesine ender izhar edecek ki bir fark meydana gelsin. Onun için ALLAH`dan isteyin deyin ki:
”ALLAH`ım ZAT`ını izhar için seçtiklerinden eyle beni!”
Ama diyeceksin ki, ezelden olmuş bitmiş şu anda benim
DUAma bağlı değil?
Eğer ezelde sana KENDiNi izhar için var olma şansını vermiş
ise, sana zaten bu Dua`yı kolaylaştıracak bunu talep ettirecek ve bunun neticesinde de onu verecektir. Yok eğer bundan nasibin yok ise, o ayrılığı gayrılığı, ayrılığın ve
gayrılığın perişanlığını yaşamak için var olmuşşun. Bunu istemiyecen, bu yoldan gidemiyecen, yüzünü gösterdigi zaman güneş görmüş yarasa gibi gözlerini
kapatacaksın.
Ve gül peşinden koşan bülbül değil, ateşi arayan semender gibi yaşayacaksın…
Öyleyse…
Sana yüzünü gösterdiği zaman sakın gözlerini kapama, daha bi aç… dahada aç… dahada aç…
“Bana seni gerek seni” de “Ne varliğa sevinirim, ne yokluga yerinirim, Aşkın ile avunurum, bana seni gerek seni…”
İşte o zaman gerçekten dünyan değismeye başlar, bambaşka bir dünyada yaşarsın.
Kayıplar seni üzmez, kazançlar seni sevindirmez, çünkü sen kazançların en büyüğüne erişmişsindir ki, onun yanında diğer kazançlar hiç birşey ifade etmez. Kayıpların hiç birşey ifade etmez, çünkü o kayıpların anasını kayp etmişşin, benliğini kayp etmişsin, var sandığının benliğinin aslı ve asla var olmadığını fark etmişsin.
“Günahların en büyüğü nedir?” diye soruyorlar, diyor ki:
„Kendini var sanman, benliğini Hakka şirk koşman ondan daha büyük günah olmaz” diyor.
“Delilin ne?” diyor
“Delilim Kur`an:
Muhakkaki ALLAH şirk koşanı asla affetmez, onun dışında dildiğini dilediğine bağışlar.”
Şirk koşmak , ALLAH yanı sıra bir de kendi “ben” dediğin varlığının var olduğunu ZAN etmektir. Aşık “garip”tir , dünyada gariplerin sayısı o kadar azdır ki, çünkü “Garip”ler dünyalarıNda yaşarlar, dünyaNızda görünürler. Konuşsalar dillerinden kimse anlamaz. Kendilerini göstermeye kalksalar kimse tanımaz. En fazla bakarlar bakarlar „ALLAH´ın delisi, divanesi“ derler…
Gel gör o deliyi divaneyi ki ALLAH´ın sevgilisi oldu…!
Onlar uğruna bütün bu dünya ayakda duruyor! ALLAH´ın sevgisi o “AŞK” ile deli divane görünenlerdir. Ama onların kadrini kıymetini bu dünya ehli de bilmez. İşte onun icin Hz. Rasulullah demişki: “DünyaNIZdan…!”
İnsanın ezelden ebede kaderi bellidir. Çünkü ALLAH kendisindeki hangi özellikleri, hangi manaları ortaya koymayı murad etmişse, o manalara uygun mana suretlerini tasavvur etmiş ve o mana suretleri „TAKDiR“ edilen bicimde zahir olmuştur. İşte bunu son derece basit bir bicimde,
her birim kendi rolunu oynamakla mükellefdir diye ifade edebiliriz!
Kimini kendinden uzaklığı, ayrılığı, gafleti, perdeliliği yaşamak için var etmiştir.
Kiminde de kendinde zahire çıkarmayı izhar etmeyi dilediği icin var etmiştir.
Seni kendi icin seçtiyse, ne diyor ayeti kerimede: „Allah dilediğini kendine seçer.“
Eğer seni kendi için seçmişse kendi ehliyle, yani ALLAH ehliyle bir arada bulundurur ve yaşatır. Yok eğer sen bu dünya zevklerinden ve bu düyanın fani gecici değerlerinden kopamıyorsan, o zaman bilki seni kendinden uzak kalmak için, gaflet ehli olarak yaşatmak için var etmiştir.
Öyleyse kalbine bak...
Kalb deyince şurdaki et parcasını anlamayın. Kalb şuurdur, bilinçtir. Şuuruna bak neye müteveccih? (müteveccih: yönelmiş, dönmüş..) Neye yönelik? Talebi ne? Talep ettiği ne? Eğer talebi ALLAH ise, o talep ettiğine erecektir! Talebi dünya ise sonsuza dek “dünyası dünya” olacakdır! Dünyadan geçemiyecek. Zahirden gecemeyecek, zahirin ne olduğunu bilemeyecek. Zanlı üzere yaşayıp gecip gidenlerden olacak.
Her kuş kendi sürüsüyle uçar. Seçtigin sürüye bak kendinin ne olduğunu tanı. İşin özüne erememiş, orijinini aslını anlayamamış , HAKK´ın TAKDiRi üzerine, gaflet ve perdelilik halini yaşayarak, bu dünyadan geçip gitmek TAKDiR olmuş.
ALLAH´ın dışında bir kainat bir varlık bir vücüd ve insanlar mevcuddur, ve bu ALLAH´ın dışındaki varlığın kainatın insanların gelecekte neler yapacağını ALLAH biliyordu ve onların neler yapacagına göre de onların neler yapmalarını takdir etti.
Yani bir ALLAH var, birde ALLAH dışında ayrı bir varlık var..?!
Bu ALLAH´ı ALLAH olarak değil ALLAH´ın bir TANRI olarak düşünenlerin değerlendirmesidir !
ALLAH´ı bilen der ki: “ALLAH´dan gayrı varlık mevcud değildir!” Gayrılık kavramıda mevcud değildir. Çünkü ALLAH sınırsız varlıktır, AHAD´dır. AHAD´ın dışında bir varlık mevcud değildir. Nerede ALLAH biter ki orada ALLAH´ın dışında ALLAH´dan gayrı, ayrı bir varlık olsun? ALLAH´ın sınırı yok. Sınırı olmadığına göre “O”nun dışında bir varlık da yok. ALLAH´ın dışında bir varlık mevcud değilse, ALLAH nasıl kendi dışındaki varlıkların gelecekde ne yapacaklarını bilirde, onların var oluş yapı özelliklerine göre onların kaderlerini yazar?
Böyle birşey olamaz!..
Bu konuyu Hz. Rasulullah da bu hadisi çok açık bicimde anlatıyor, diyor ki,
sahabe oturmuş dinlerken kendisini:
“…Hz.Musa Hz.Ademe sordu:
´Ya Adem sana yasaklanan işi niçin yaptında bütün insanlığın cennetten kovulmasına sebeb oldun?´ Hz.Adem de cevap verdi: ´Ya Musa Sen ALLAH´in KELiM olarak kendine seçtiği Musa´sın. Sen, ben yaratılmadan 40 bin sene evvel Tevratda “..ve Adem Rabbine asi geldi de cenetten cıkdi..” hükmünü okumadın mı?
Musa: Okudum…
Adem: Peki öyleyse beni bi fiili yapmakla sen nasıl beni itham edersin?”
Ve Hz.Resulallah (a.s) buyuruyor, ilave ediyor:
“İşte bu delil ile Adem Musa´ya galip geldi!”
Şimdi bakın burayı cok iyi anlıyalım. Eğer ALLAHın varlığı dışında bir Adem mevcud olsaydı, bu Ademin yapısal özelliklerinden doğan bir biçimde Adem diye biri var. Bu Adem böyle yapacak öyleyse bende bunun kaderini böyle yazayım diye bir olay olsaydı o zaman Musa haklı gelirdi Adem haksız çıkardı. Ama Adem diye ALLAHın varlığı dışında dunun gayrı bir varlığı mevcud değil! ALLAH kendi ilminde kendi esmasının manalarını ortaya koymak üzere bir mana sureti var ediyor ve bu mana suretine ADEM ismini veriyor…!
Dolaysiyle Adem ismi altında o oluşumu meydana getiren Cenabı HAKKın kendisi. İşte bu sebebden ki ALLAH hükümranlığında TEK´dir.
Onu etkileyecek, zorlayacak heran gibi birşey yapmaya zorlayacak ikinci bir varlık mevcud değildir. Böyle bir varlığı olduğunu ima etmek dahi şirktir! ALLAH´a şirk koşmakdır! İslam dininde esas, temel, ana prensip, KURANda ve Hz. Rasulullahın açıklamalarında mevcudtur. Eğer biz sistemi iyi anlamak istiyorsak, ALLAHı iyi tanımak istiyorsak, anlamak, yaşamak istiyorsak Hz. Rasulullaha ve Kurandaki açıklamalara kulak vereceğiz.
Falancı böyle demiş fılancı böyle demiş fişmekanca böyle demiş değil. ALLAH´ın mutlak MALİKel MÜLK olduğunu ap açık yazılı Kuranda. “ALLAH dilediğini yapar” diyor Kuran. “Dilediğini diler. Dilediğini yapar. Asla yapdığından sual olmaz” hükümleri Kuran´da mevcud. Öyleyse mülkünde mutlak mutasarrıf ALLAH´dır ki onun dışında da bir varlık asla mevcud değildir.
İşte bunun içindir ki Hz. Rasulullah bize tebliğ ediyor o ayeti.
Ne diyor o ayet:
“Fe eynema tuvella fesemma VECHULLAH” (2-115)
“Ne yana başını cevirirsen cevir gördüğün ALLAHın VECHidir!”
Ama biz diyoruzki Ziyayı görüyorum, Ömeri görüyorum, Hulusiyi görüyorum… ?!
Ha.. burda o zaman bir yanlışlık var. ALLAH diyor ki:
“Başını ne yana cevirirsen cevir gördüğün ALLAHın VECHidir!”
Biz diyoruz ki Ziyayı görüyorum, Ömeri görüyorum, Hulusiyi görüyorum…?Bunda fahiş bir hata var. O hata nedir? Vehimden doğan var olmiyanı var sanmak. Var olanı da yok sanmak. Vehim budur! Yani karşısında var olan vechi ilahihi yok sanıp var olmiyan Hulusiyi var sanmak. Gerçekde Hulusi diye bir varlık asla var olmamışdır. O isim altında gördüğün vechi ilahidır. Görebilirsen….!
Peki ama diyeceksin ki:
“Biz kişilerde şeçitli eksik noksan haller görüyoruz..? Eğer o gördüğümüz vechih ALLAHın VECHi ise, bu gördüğüm eksik noksan kusurlu haller ALLAH´a nasıl bağlarız ? ALLAH eksik kusurlu noksan yanlış işler yapmakdan münezzehdir,beridir..?”
Gelelim bu sualin cevabına.
“Sen”in eksik kusurlu noksan diye “isim”lendirdiğin haller kula izafetden doğar…!
ALLAH´ın her fiili bir hikmetdir. Ne diyor Erzurumlu İbrahim Hakkı:
„Deme şu niçin şöyle,
yerincedir ol öyle,
bak sonunu sabr eyle,
görelim mevla ne eyler ,
ne eylerse güzel eyler..!“
“Sen” o fiili yanlış eksik noksan kusurlu hatalı görüyorsun, ama, aslında onun ortaya çıkısı bir ilahi kemalın zahire olması hasebiyledir!
Ama “sen” olaya zahir değer yargılarıyla yaklaşarak o manayı anlamıyorsun. Zaman içinde göreceksin ki o en kötü gördüğün fiiler dahi aslında yerli yerindeymiş, onda bir HiKMET varmış. O fiiler olmasaydı, ondan sonrakı o başka güzel fiiler olmiyacakdı!
Kafırın küfründe, müşrüğün şirkinde dahi HiKMET vardır.
Çünkü faili hakiki ALLAHdır! ALLAHın her fiili HiKMETdir. Çünkü ALLAH Hakimdir…! Eğer sende hakim ismi kemaliyle zuhur etmiyorsa o zaman sen fiilerdeki hikmeti müşahade edemezsin. Öyle olmasaydı, böyle olmasaydı, şöyle olmasaydı diyenlerden olursun.
ALLAHın bütün esmai ilahisi hepimizde mevcudtur. Fakat bu ALLAHın isimleri hepimizde değişik güclerde değişik terkipler şeklinde açiğa cikar. Eğer sen heran gibi bir noktada heran gibi bir halde ALLAHın müşahadede, seyirde yetersiz kaliyorsan, bu seyre manı olan senin terkibindir. Sendeki esma terkibidir. İşte esma zikrinin, isimlerin zikrinin sebebi odur. Sen terkibindeki bu isimleri zikr etmek suretiyle değiştirerek görüşünü keskinleştirirsin... Göre takviye takılan gözlük veya lens neyse, ALLAHı müşahadeye vesile olan bu esma zikri de odur…
Vücuduna kuvvet olsun diye yemeği nasil yiyorsan bu ALLAHın isimlerini zikir de senin görüşünü keskinleştirmek içindir. Yani sendeki o esmanın ortaya çıkışını güclendirmek içindir!
ALLAHın yedi ZATi sıfatı vardır:
Hayat, İlim, İrade, Kudret, Kelam, Semi ve Basar.
Hayat ismiyle hayatdayız. Hayat sıfatıyla HAYY ismiyle hayatdayız. Varız. Bu ismin zuhuruyla varız. ALiM, İlim sıfatının zuhuruyla aklımız ve şuurumuz mevcud. İrade sıfatının kaynağı MÜRİD ismi ile bir takım şeyleri veya ALLAHı istemekdeyiz. KADiR isminin işaret ettıgi bicimde o isteğimize ulaşmak için kudret, güc izhar olunuyor. Bütün dostlara öncelikle MÜRiD ismini tavsiye ederim. Gafiller gerçekden mahrum olanlar, işin hakıkatından özünden geri kalmış olanlar, benim tavsiye ettiğim MÜRiD ismini sanederlerki:
“Bu adam şeyhlik taslıyor da kendine mürid edinmek için Mürid çektiriyor!”
ALLAHın irade sıfatının MÜRiD olduğundan gafil de onun için. Hepimiz bir takim şeyleri biliriz. Fakat bildiğimiz o şeyleri tatbik etmekde son derece acız ve zayif kalırız. Bu terkibimizdeki MÜRiD isminin zayif açıkare cıkmasındandır.
Sen MÜRiD ismini günde belli bir sayıda tekrar ettiğin zaman bu ismin tekrarı sende irade gücünü artırır. Ve kısa bir süre sonra bu ismi zikir ettikden sonra eskiden yapamadığın sonra zor gelen, boş verdiğin, ihmal ettiğin calışmaları rahatlıkla yapar hale gelirsin.
Gözün keskinleşmeye başlar, gördüğünün kim olduğunu en azından anlamaya başlarsın. İdrak etmeye başlarsın, veya daha iyi bir şekilde “O”nu görmeye başlarsın. Veya daha uzun bir süreç icinde görmeye başlarsın..!
İşte ALLAHın isimlerini zikr edenlerdeki cok kısa bir sürede görülen değişikliklerin sebebi budur. “Kim ki bizi zikirden geri kalırsa ona şeytanı musallat ederiz!” diyor ayeti kerimede Cenab-ı Hak.
Şeytanın musallat olmasından murad nedir?
Şeytan vehim özelliğine sahiptir, yani şeytan sana kendini var sandırır ALLAHıda ötelere attırır, “tanrı" hükmüne sokdurur. Zikir yollu basiretini açmazsan basiretsizliğin eseri olarak bu dünyayı gerçeck dünya, bu insanları ve dünyanın değerlerini de gerçek dünya ve değerleri olarak kabul eder. Göktanrısına tapanlar gibi, göktanrısı hayalı peşinde ömrünü tüketir geçer gidersin...
Ama sana diyorki “gel BENi seç!”..
Demişse eğer sana “gel BENi seç”,seçeceksin “O”nu.Çare yok seçeceksin. Eninde sonunda geleceksin. Çünkü gel demiş.. GEL... !
Görüpde gelmemek elinde mi? Sana yüzünü göstermiş, AŞIK olmamak elinde mi? Çekmiş koparmış seni dünyaNdan. Evinden barkından eşinden coluğundan cocuğundan, benliğinden.. Gitmemek peşinden mümkün mü?
Kimin?
Elbette ALLAHın!
Onlar canları ve malları pahasına ALLAHa ererler. Ve “ehlullah” adı altında sana da yüzünü gösterirse elbette koşa koşa gideceksin. Eğer seni seçmişse kendisi icin, ZATi icin, benliğini o yolda feda edeceksin. Dünyan değişecek, değerlerin değişecek, sırtından çeketini çıkartır gibi dünyaNdan soyunacaksın. Sırtından gömleğeni fanleğeni çıkartır gibi, ahiret değerlerinden de geçeceksin.
İşte o yüzden demiş:
„Cennet cehennem dedikleri,
bir kaç köşkle, bir kaç huri,
isteyene ver sen onu,
bana SENi gerek SENi..!“
Seni gerek seni diyebilenlerdensen, sana kendini göstermiş demektir. Göstermese kendini sana diyemezsin bunu! Öyleyse sen iste “O”nu eğer sana istedebiliyorsa kendini…!
NURu gören gözler kamaşır, kamaşıncada o NURdan gayrını göremez olur. Görüntüde silohet haline gelir, kayb olur. Gördüğü tek şey vardır: TEK NUR. İşte bu hali yaşayanın adı „AŞK“dır. Seni senden alır götürür ALLAHla BiRliğe..! Neye baksan kucaklıyacakmış gibi olur sevgiden. Her gördüğün yerde onu görür, onu sever, onu kucaklarsın. Ya ondan sonrası? İşte birde ondan sonrası var. “AŞK”dan da ötesi var! Ondan sonrasına işaret eden nedir?
Ondan ötesine işaret eden Hz. Rasulullah!
Bir dostumuz bize bir hadis getirdi:
“Cehaletten şiddetli fakirlik,
akıldan daha faydalı zenginlik,
tefekkür gibi ibadet yokdur!”
Ne anlarsınız bu hadisi şerifden? En büyük fakırlık, yoksulluk, cehalletdir!?
Paran olmiyabilir, fakir olabilirsin, malın mülkün olmiyabilir, fakir olabilirsin; ama cehalet gibi fakirlik olmaz. "Cehaletden daha büyük fakirlik" olamaz. Sonra “akıldan daha büyük zenginlik” olmaz. Ne kadar zengin olursan ol, milyarların olsun, ama aklın olmazsa har vurup harman savurup, biter o servetin,kayb edersin. Ama aklın varsa paranın sana kazandıramıyacağı şeyi akılla elde eder,onun hayrını ölüm ötesi yaşamda milyarlarla sene görürsün.
“..tefekkür gibi ibadet yokdur!” niye?
Çünkü zahiri yapdığın ibadetler bedenin ve ruhun gereğidir, yapılması gereklidir. Beden ve ruhun o ibadetlere ihtiyacı vardır. Ama insanı esas İNSAN yapan şey tefekkür gücü ve özelliğidir! İbadet bedene ve ruha, dünyaya ve cennete dönükdür. Tefekkürse ALLAHa dönükdür. Sana ALLAHı kazandırır, gibi bir mana çıkıyor bu hadisi OKUyunca..
Velakın “cehaletden şiddetli fakirlik yokdur” hadisi şerifin ifadesinin altında yatan bir başka mesaj hissediyorum ben!!!...
Tıpkı İNSAN “cahil ve zalimdir” ayetinde işaret edildiği üzere..
Hz.Ali efendimiz radiyAllahu keremAllahu ve Veche diyorki:
“İlim bir Nokta idi onu çahiller coğaltdi..!” büyütdü…
Eğer gaflet gözüyle bakmakda devam edersen sayısız pek cok varlıklar var sanırız, öyle yaşarız. Ve o varlıkların her biriyle ilgili sayısız ilimler doğar. Her bir ilimin teferruatı, detayı, derinliği vardır. Çoğaldıkca da çoğalır. Fakat varlıklar çokluğunu yitirip, TEK VECHiH çıkdığı zaman ortaya, ilimlerin sayısıda azalır. Ve Yunusun işaret ettiği gibi:
“İlim ilim bilmektir, ilim ALLAHı bilmektir!” şekline dönüşür.
ALLAHı bilmek EFAL mertebesi yönünden olur. ALLAHı bilmek ESMA mertebesi yönünden olur. ALLAHı bilmek SIFAT mertebesi yönünden olur. ALLAHı bilmek ZAT mertebesi yönünden olur...
EFALi ilim çokluğa dönük bir ilimdir. Sayısız fiiler, ilimler ve bu fiileri oluşturan ilimler söz konusudur. Bu en alt mertebedir. Bunun bir üstünde ESMA mertebesi yani ALLAHın isimlerinin işaret ettiği manalar mertebesi vardır. Bu mertebede milyarlarla ilim 99 esma-i ilahinin ilimine iner. Çünkü bütün ilimlerin kaynağı bu 99 isimdir. Bu 99 “ana” isimdir. Bu 99 isim ve bu 99 ismin işaret ettiği 99 ilim, SIFAT mertebesinde 7 ZATi SIFATa taalluk eden ilme döner. Eğer ki SIFAT mertebesinden ZAT mertebesini hiss edip yaşama hali de zahir olursa, vasıfdan geçip, vasıfdan isimden, resimden, vasıfdan geçip ZATı yaşarsınki, 7 ilmin kaynağı, ilim TEK BİR İLİM olur!
İşte Hz.Ali efendimiz “İlim bir NOKTA idi” diye bahs ettiği NOKTA İLMİ, NOKTALIK vasfı, TEK bir İLİM burda başlar. Bu ilim, bu ZATi İLİM, AHADIYET İLMİ, hürriyete taalük edip “ama”iyet ortaya cıkdığı anda, hiss edildiği, idrak edildiği anda, kesret kavramı ortadan kalkmış olduğu için, anlamını yıtırır ve ehlulallah ifadesiyle “cehli mutlak!”, “cehli azam” adını alır.
Cehli Hakiki, Cehli Mutlak, Cehli Azam, FAKRI meydana getirir!.. FAKR yani FAKRlik en basit ifadesiyle benliğinin var olmayışını idrak suretiyle “HiÇ” olmayı yaşamakdır!
Bunu bir diğer ifadeyle şöyle ifade ederiz. Hz. Rasulullah (s.a.v.) buyuruyorki:
“Fakrımla iftihar ederim!”
Zan ediyorlar ki, Hz. Rasulullah burda çanağı, çömleğı, malı, mülkü olmayışı ile iftihar ediyor... Hayır! Burda işaret edilen mana, varlığımın, benliğimin olmayışı, varlığımında Baki olan ALLAH oluşuyla iftihar ederim, diyor.
İşte Fakr-ı Hakiki, Cehli Hakikiden sonra tahakkuk eden bir husudur ve işte bu hadisi şerifde Hz. Rasulullah „Cehaletten şiddetli fakirlik“ diyor.
FAKRı, yokluğu cehil meydana getirir. Bu cehlin kaynağıda çokluk kavramlarından arınıp, tekliği müşahede edip tekin Zatını yaşamak için mümkündür ki, tasavvuf ehli buna „Fakrın Fakrının Fakrı“ demistir.
Bu konuya Abdülkadir Geylani Hazretleride Risaleyi Gavsiye isimli eserinde değinmiştir. Risaleyi Gavsiye açıklaması isimli kitabımızda Fakrin Fakrının Fakrı olayını tafsilatlı olarak elimizden geldiğince, dilimizin döndüğünce açıklamaya çalışıyoruz.
„Akıldan daha faydalı zenginlik“. Akıl zuhur kapsamına göre üç isim alır.
Aklı Evvel, Aklı Kül, Aklı Cüz.
Esas itibariyle Aklı Evvel ALLAH`ın ilim sıfatının zuhurudur. İNSANI KAMİL`in Aklı, AKLI EVVELdır. Ruhu , RUHU MUHAMMEDİdır, bir diğer adıyla RUHU AZAMdır. Aynı zamandada NEFSİ KÜLLdür. ALİM isminin manası, ilim sıfatından kaynaklanan bir bicimde, alemlerde zahir olduğu zaman İNSANI KAMİLden, AKLI EVVEL suretiyle zahir olur. Aklı Evvel alemlerde değişik isimler alır. Bizim alemimizde, Cebrail isimli melekle anlatılan Aklı Küll diye bildiğimiz çekilde zahir olur. Her kimde Aklı Küll hali zahir olursa, ondaki bu hal Cebrail`den dir. Cebrail görevli olarak Resullere zahir olur, ancak varisi Resulullah olan evliyalarda alemlere dönük ilmini Cebrail`den alır. İşte bu ilmi idrak, değerlendirme ve zahire çıkarma halinin adı AKILdır. Bu Akıldan daha büyük zenginlik olmaz. Çünkü bunun dışında sahip olduğun ve olabileceğin hersey eninde sonunda bırakıp terk edeceğim şeydir. Bırakıp gideceğin şey dir.
Bırakıp gideceğin şey mi zenğinliktir, yoksa ebedi beraber olacağın şey mi en büyük zenginliktir, işte burda, „akıldan daha faydalı zenginlik“ olmaz, buyurması Rasulullahı bu manada, benim anladığım kadarıyla.
Gelelim "tefekkür gibi ibadet yoktur" hususuna.
„Bir saatlik Tefekkür bin yıllık ibadetten efdaldir“. diyor Hz. Rasulullah Aleyhisselam. "Tefekkür gibi ibadet yoktur." İbadet bedene dönük olabilir. Ruha dönük olabilir.
Pardon! Biz burda karıştırdık galiba?
Hani biz bilirizki ibadet ALLAH`a yapılır. Elbette ibadet ALLAH`a yapılır. İbadet nedir?
İbadet kulluktur, kulluğunu yerine getirmektir ibadet. İbadet kulluğunu yerine getirmek olduğuna göre, kulluğunu yerine getirmeyen varlık, nesne varmı? ALLAH`a kulluğunu yerine getirmeyecek bir varlık mevcudmudur? Asla! Öyleyse, hangi isimle işaret edilirse edilsin bütün varlıklar her an kullukda ve ibadettedir! Hâli kulluğu ve ibadetidir, işte bunu göre bilmek, bunu düşüne bilmek, bunu tefekkür edebilmek gibi ibadet de olmaz. Hz. Rasulullahın bir hadisi şerifinden bizim anladığımız, bizim halimiz kapasitemiz gereği anladığımiz bu. Ama bu Hadisi şerifde daha kim bilir daha ne manalar var? Ehline açıla daha ne manalar var...?
Bizim bir cümlemizde, sözümüzde üç beş tane mana çıkıyor, cevâmiül kelâm olan, sözünde nice özler olan Hz. Rasulullahın hadislerinden kat be kat fazla sayıda manalar mevcuddur. Onun için Hz. Rasulullahın işaret ettiği, Kur`anın bize bildirdiği manaları çok çok düşünerek yaşamak lazım. Eğer böyle yaşamazsak gafil gelip, gafil gidenlerden oluruz. Umarımki bize tefekkür kolaylaştırılmıştır da, tefekkürü ile sonsuzluğa dönük bir biçimde hakiki değerlere dönük bir biçimde yaşarız. Tefekkür ehli ile beraber olur, bir gözde, bir özde bir zatda yaşarız.
ALLAHın sonsuzluğu yanında „hiç“ olduğunuzu anlamak için göklere bakalım.
„Kaldır başını ğöğe bir bak“ diyor. „Sonra bir daha başını kaldır, daha bir bak, sonra daha bir bak“ ayeti kerimede. Başını kaldır gözünü göre bildiğin güneşe bak, daha öte yıldızlara bak, o yıldızlar gibi milyarlarla yıldızlar var ki, bu yıldızları görmenin sonu bucağı yok! Bildiğimiz kadarı ile bugün diyoruz ki 400 milyar yıldız var samanyolunda ama lafını ediyoruz. 400 milyar tane nesneyi gözümüzün önüne koyamayız, bırak 400 milyar yıldızı tasavvur etmeyi, 400 milyar yumurta, portakalı gözünüzün önüne koyamazsın. 400 milyar yumurtayı gözünün önüne getiremezken, 400 milyar portakalı gözünün önüne koyamazken, 400 milyar yıldızı bu hafsalar nasıl alacak? 400 milyar yıldızı anlamıyan bu hafsalar, milyarlarla galaksiyi nasıl alacak? Ve o milyarlar galaksiyi meydana getiren sonsuz sınırsız gücü nasıl kavrıyacak?
İşte onun içindir ki ALLAHı tefekkür eden iman „hiç“likde durur ve „hiç“ olduğunu görür. Ondan sonra yere bakarken böbürlenerek yere basmaz, otururken böbürlene böbürlene oturmaz, konuşurken böbürlene böbürlene konuşmaz...
„Hiç“dir O, hiçliğini idrak etmiştir O, ALLAH yanında „hiç“ olduğunun bilincindedir O, „hiç“ olduğun zaman "hep" olursun.
Sen „hiç“ isen o „hiç“in olduğu yer ALLAH`tan halı değildir. “Hiç“likteki varlık ALLAHın varlığıdır. ALLAH Baki`dir manası ,bugün sen varsında sen fani olacaksın, yok olacaksın da, geride ALLAH kalacaktır değil. Sen yoksun, sen hiç bir zaman var olmadın, senin ismin altında var olan, Baki olan ALLAH`dır!.
Ezelden ebede her an her dem var olan ALLAHdır, manasındadır.
Eğer anlarsan kavga, gürültü biter Musa ile Firavun dost olur!
Diyorki:
„İSA ikinci defa yeryüzüne indiği zaman yeryüzünü öyle bir huzur sükun dostluk sevgi kaplıyacak ki, kurtla kuzu, tilki ile tavşan dost olacak!“
Düşmanları dost eden idrakdır ki, karşısındaki düşman gözüyle ayrılık gözüyle bakmaya kaldıran idraktır. Sen, ben kalkınca aradan ortaya çıkar yaradan. Bunu anlayınça insan, her şeyini paylaşır.
Kimle?
Kendisiyle!...
Her ne kadar suretler, farklı farklı görünsede beyne, gözü yüzünden bilirki sensin ben, benim sen. Ne düşman görürsün ne gayrı, ne erkek, ne dişi.
Televizyon dalgaları dişimidir, erkekmidir?
Halogramik mikro dalga bedenden oluşan RUH , erkekmidir dişimidir?
Hadi ona bir pul takında şu yüzden erkek veya bu yüzden dişidir de?
Ya şuurun erkekliği, dişiliği varmıdır? Kim bana söyleyecek akil dişimidir erkekmidir? Göz boyutunda göre erkek dişi varsada, beyin algılama araçlarına göre hadi diyelimki erkek dişi dalgalari varsa da, şuura, bilinçe göre, akla nasıl diyebilirizsiniz erkek veya dişi?
„Sen“in „BEN“ kelimesi ile işaret ettiğin ne bu bedendir ne de ruh!
"O" "ben" bir "ÖZ"dür, "ÖZ"...!
O “ÖZ” ki salt şuurdan ibaretdir. O şuurun, o “ÖZ”ün erkeği dişisi yokdur.
Eğer kendini o boyutda hisedebilirsen sana o ihsan olmuşsa, sende kendini zahir kılmışsa, sen kendini “ÖZ”de bulur, “ÖZ”de bilir, “ÖZde BiRiZ” dersin!
O “ÖZ” “Nefs” adıyla bilinir. Nefs gaflet perdeleriyle perdelendiği zaman, Safiyedeyken Mardiye halina düşer, Mardiyedeyken Radiye haline düşer, Radiyedeyken Mutmainne haline düşer, Mutmainne iken bir perde daha alır, Mülhime haline düşer, burdan bir perdeye daha bürünür Levvame olur, bir perdeyle dahi Emmare olup, kendini bu beden sanip, etin kemiğin peşinde, otun peşinde koşar...
Kendini bu beden sanıp otun peşinde koşan, Emmare nefs kendini kendine gösterici bir „AYNA“ bulursa eğer, der ki:
„Ben bu beden değilim, niye ot et peşinde koşmak ? Ben bu beden değilmişim,
niye hep ot et beden peşinde koşarak bu ömrümü tüketdim ? EYVAAAH.....!!“ der..
Ve işte o vakit ona Emmarelikden alırlar, derler ki:
„Sen şimdi Levvame oldun! Senin adın Levvame nefs..“
Ha bu halde yaşarken der ki:
„Ya Hu.... Huuuu...! Ben ben sanırım kendimi ama ben değilim, ben ´O´nunla varım. Aklım ´O´na ait, şuurum ´O´na ait, ruhum ´O´na ait, kaşım gözüm elim etim, kalbim gönlüm, herşeyimi veren ´O´! ´O´dur beni meydana getiren. Bende bir ´BEN´ varki o ´ben´ değil, ve ´ben´ ´O´nunla kaimim! Bendeki ´O´ olduğu gibi her zerrede her mahalde her suretde görününde ´O´dur ! ´O´nun dışında hiç birşey yokdur.”
Derlerki ona:
“Sen artık ilham alan Nefs oldun. Senin adın bundan sonra Mülhime Nefs!”
Yani ilham alan nefs. O bu şuur irdak içinde artık nereye baksa HAKKı görür.
“Hakk, hakk” der durur... Benliği HAKK olur, toprak olur gider. Gördüğü dediği hep HAKKdır ´O´nun. Ve burda öyle bir tatmin hasıl olur , öyle bir ikminana ulaşır ki. HAKKı bilir, HAKKı söyler, HAKKı dile getirir, “HAK!” der durur.
Derler ki:
“Sen bu işte itminana ulaşdin. Bu konuda tatmin oldun. Ey mutmainne Nefs!“
Nefs ayni nefs, ama, biraz evvel başka bir idrakdaydı, “Mülhime” dediler ona, daha önce başka idrakdaydı “Levvame” dediler ona, daha öncede et ot peşinde koşarak gününü ömrünü tükedirdi, “Emmare” dediler ona…
Nefs aynı Nefs!!!...
HAKKı bilir, HAKKı görür HAKKı söylerse, “HAKK, HAKK, HAKK..” derse, elbette HAKKdan “RAZI” olur!
İsyan kalkar, neden niye niçin nasıl gibi sualler biter, “HAKdan RAZI” olur her haliyle, her şekilyle, her suretiyle “HAKdan RAZI”dır. “RIZA” haline ermişdir.
Derler ki: “Sen RAZİye NEFSsin. Riza halini izhar eden Nefssin...”
Bundan sonraki perde baya zordur...
Mutmainnedeki Nefs sayısı derlerse ki 124.000. Radiyedeki Nefs sayısı derlerse ki 12.000. Mardiye deki Nefs sayısı iner 15´e 20´e!!..
Çünkü Mardiyede öyle bir bir perde kalkar ki, o kalkan perdede görür KENDİN GAYRI YOK. O biter....! HAKK kavramı düşer. „Kendisi Kendisini SEYR“ eder. Kendisi Kendisini seyr etmeye başladığı zaman:
“Her iki cihanda BENden GAYRI mevcud değildir!” der.
Ama “sen” “O”na bakdığın zaman dersin ki:
“Cüneyd-ı Bağdadı ne diyorsun sen?!”
“Cübbemin altında ALLAHdan gayrı yokdur, her iki cihanda BENden gayrı varmı ki?”
"Ne diyorsun sen Cüneyd-ı Bağdad?"
Öyle dersin... Kör derki „Cüneyd-ı Bağdadı“demiş..
Bilmezki o isim altında diyen KENDİSİ idi!!..
Bilirmisin “iki cihanda BENden gayrı mevcud değildir?” diyen kim?
Gafilsen takarsın “O”na bir isim…
Geç resimden isimden, gör “O”nu.
İşte bu sebebdendir ki, beşe ona yirmiye iner “Mardiye”deki…!
“Kibrit-i Ahmer” tabir edilir “ONLAR”. Ve örtülüdür “ONLAR”. Tanıyamazsın “sen” “ONLARI”.
Basit misal:
Şu konuşmaları
yapan kişileri “sen” sokakda bir calvar veya bluejean ile gördüğün zaman, hemen surette hüküm
verir:
“Hadi canım bu konuşmaları yapacak adam mı bu?” dersin…
“Bu ilmi izhar edecek adam mı?” dersin. Böylesine bir bez kumaş seni “ÖZ”den perdelerse, ya o mertebelerdeki evliyulallahı hayaline bile getirmez. Çünkü sen hala isimdesin, hala resimdesin. İşte o yüzden ki göremezsin..! Hani dedik ya, biraz evvel, “Nefs” Emmare adını alır haliyle ortaya koyduğu, şekliyle büründüğle, ya da Levvame ismini takınır, ya da Mülhime denir, ama hepsinde eğer Emmare, Levvame, Mülhime, Mutmainne kelimlerini kaldırırsan: “NEFS”dir!!
İşte o zaman Mardiye ismini de kaldırabilirsen, “sen” değil (!), KENDİSİ dilemişse, Mardiye isminden de soyunur, “Saf” olur… “SAF!”
Arınmış, istifa halinde, o zaman adı “MUSTAFA” olur! Bilirmisin “SAF”iye kimdir?
“SAF”iye “MUSTAFA”dır!.. Biz “Muhammed Mustafa aleyhissalatü vesselam efendimiz” deriz.., ama dilimizde kelimleri söyleriz sadece. “ZAT”ını ne bilirizki...
“O” “SAF”, “O” “ARI”, “O” “SOM VARLIK” “SAMED”dir!
“SAMED”den alır gücünü, “SAF” som arı katıksız, varlığı dışında hiç bir katkı olmayan, varlıgını hiçbir etki olmayan, varlığın hiç bir müdahale kavramı söz konusu olmayan varlık “SAMED”dır !
“SAMED”de “AHAD”dır! “AHAD”, “AHADİYETİNDE TEK”dir.
Biz ona deriz ki: “HAKIKATI MUHAMMEDİ”, ya da “İNSANI KAMİL”…
"Allahım bizleri şefaatine nail eyle!.." (amin!)
Bu mertebeye işaret eden biri demişki:
“İndi-Sanide bütün mahlukat Tek bir Nokta´dır..” sonra ne demiş ? Sen söyle:
Sohbeti dinleyen bir Dost (Ayşegül Kaytaz hanım):
"Kainatın cümlesi bu Noktada da bir
Nüktedir!"
Üstad:
“SÖYLEYENi” görüyormusun? Kul söylemiyor bunu...
“Kâinatın cümlesi bu Nokta da bir Nüktedir..” Niye
ona (Ayşegül
Kaytaz hanım) söyletdim? Çünkü onun dedesi söylemiş, bu söylediğim beyitler onun dedesine aıt. Ama dedesinin ne
dediğini yeni fark ediyor, şu anda fark ediyor! Diyorki dedesi, Ken´an Rifai hazretleri, öylesi
Ken´an Rifai söyledi zan ediyorlar, bende o zan üzere devam ediyorum:
Ken´an Rifai hazretleri (!) diyorki:
“..kâinatın cümlesi bu..” yani “O” “NOKTA” mahlukatın “İnd-i Sanide..bütün bir NOKTAdır” diyor ya, bütün mahlukatı “BİR NOKTA” haline getirdi!!
Ondan sonra ikinçi aşamada diyorki:
“… bu Nokta da”, kainat Noktasıda, aslında “ ..bir Nüktedir..!”
Yani gerçekde böyle bir NOKTA
yokdur! Bu NOKTA bir
NÜKTE, bir LATİFe, bir TEŞBİH,
bir benzetmedır. Gerçekde böyle bir NOKTAda yokdur! Bütün bu kainat, mevcudat, herşey
bu isimlerle anılan herşey, “ALLAH”ın indinde bir hayali kavramdır, mefhum (mana,ifade), mevcud değildir böyle bir şey.
Ne demişdim “Ben”? İşte bunu!!..
Hadi sen (sohbetde o güzel beyiti okuyan Dost Ayşegül Kaytaz hanım) şimdi bunu tam hakkıyle söylede bi dinleyelim bakalim:
Dost:
“Bahr-i vahdet kaplamışdır, cümle-i mevcuda bak,
BİR'liği görmek dilersen, cümle-i mahluka bak,
İndi-Sanide bütün mahluk bir NOKTAdır,
Kâinatın cümlesi bu Nokta da bir NÜKTEdır…”
Üstad:
HU…!! Dostumuza Ya HU…!
Ya.. söylemişler, demişler, ama anlayan dinleyen yok. Ortaya bu güzelliği koyuyor, ama SEYR eden olmazsa neye yarar? Onun içindir ki bu güzellikleri ortaya koyduğu gibi SEYR edenide meydana getiriyor!
(Dostlar arasında çok kısa olarak doğumdan ölümden, yani “gelip gitmek”den bahs ediliyor..)
Üstad: (sözü alıyor ve diyor ki)
“Gelen” kabul ettikleri için, “gelen” demişler.. Ne gelen var ne giden!
Kainatin cümlesi bir NÜKTE olup, kayb olup gittikden sonra, „gelen“mi kaldı „giden“ mi kaldı? Öyleyse, eğer bu konuşmaları, anlatılanları bir nebze anlıyorsak, bırakalım bu kavgayı gürültüğü...
Sevelim, sevilelim, sevişelim, “DOST” olalım!
“DOST” cemalinde “DOST”u görelim!
Yarın terk edeceğimiz şeyleri bu günden terk edip, ebedi olarak BAKİ kalacak bir biçimde yaşamamıza devam edelim. Umarım ALLAH bizi bunun için var etmiştir, bize bunu kolaylaştırmıştır, ve bunun gereğini bize yaşamayı nasib etmiştir. “ALLAH ZATı için seçtikleri”yle bir arada olmayı, benliğinden arınıp, varlığından BAKİ kalan ALLAH´la, “O”nun gören gözü, işiten kulağı, söyleyen dili olarak yaşamayı cümlemize nasib etsin…
Böylece Ken´an Rifai hazretlerinin neyi söyleyenlerden, diyenlerden olduğunu anlamış olduk.
“Hu,Hu..”dedi, “HU” oldu gitti. “HAYY" dan geldi “HU”ya gitti.
Ama ne geldi ne gitti…, hep “HAYY” hep “HU”.
“HAYY HU” olup geçip gitmeyi nasib etsin ALLAH!
Üstad Ahmed Hulusi “ÖZde BiRiZ” isimli sohbeti...
İstanbul , 08. 03. 1991
* * *
Lütfen dikkat: Bu sohbet, bizatihi Üstâd Ahmed Hulusi´nin kendisinin yazmış olduğu bir sohbet değil. Üstâdın bir toplumda veya dostlar ortamında yapmış olduğu bu acıklama; sohbet, kendilerini gönülden dinleyen dostlar tarafından yazıya dökülmüşdür; başka insanlar da faydalansın diye. Yani sohbetin içeriği , manası sözleri Üstâda ait. Lakin yazi metni, sohbeti yazıya döken samimi dostlara ait.
Sonuç: yazılımda hata; harf eksikliği veya misal ayetlerin yazılış şekli isabet değil ise; veya yazının genel uslubu Üstâda bire bire uymuyor ise, sebebini böylece acıklamış olduk.
* * * * *
Not ve ek bilgiler:
Aşikardır Zat-ı Hak, görmeyi bir dilesen.. !
“BEN”liğidir var olan, adını silebilsen..!
Düşünürsün ki varsın, oysa bu varsayımın..
Zat-ı Hak´tır varlıgın, “NEFS”ini görebilsen..!”
Üstad Ahmed Hulusi
Web sayfası: AhmedHulusi
* * * * *
Bahr-i vahdet kaplamış kâffe-i mahluka bak
BiR'liği görmek dilersen cümle-i mevcuda bak..
Indi- Sanide bütün mahluk bir TEK NOKTAdır
Kâinatın cümlesi bu, NOKTA da bir NÜKTEdir.
NOKTAdan AŞK zav-ı şems-asa edüp kendin ayan
Maksad-ı tekvin-i alem, AŞK imiş oldu beyan..
Aşkıdır insana, kamil namını tevcih eden
Aşkıdır insanı, terk-i cennete teşvik eden,
Aşkdır rüsva eden nefsin tekebbür tavrını
Aşkdır ihsan eden umman-ı feyzin gavrını,
Ehl-i aşkın gam-küsari bil ki çeşmi yaşıdır,
Bu sebebden aşıkın, gam muhterem yoldaşıdır,
Hasret-ı maşuk, Ken´an aşıkı giryan eden
Firkat-i canandır ancak kalbleri suzan eden..
Kenan Rifai (Büyükaksoy) hazretleri
* * * * *
Sana insan,zaman, kainat aşık
BİRsin, büyüksün, ulu Subhan
Seni tavsife lisan değil layık
Cümle SENsin, Zat´ın kamilde pinhan.
Bülbül öter, dağlar inler, su çağlar,
Aşk hayran, aşık giryan, mazlüm ağlar
Güler maşuk, aşık hem yanar parlar
Cümlenin hali SENden, ulu Rahman.
İns-ü can cümle mevcud, bir alettir,
İşleyen SENsin, bunlar bir ayettir,
Görünen SIFATINdan ibarettir,
Ayinen her şey, inkara yok imkan
Bilen, hem söyleyen, hem işleyen
SENsin el-Hak, cümleden BiR görünen
Ken´an´da da daim, ALLAH var, diyen
SENsin ALLAH, sensin ancak bi-güman
Kenan Rifai (Büyükaksoy) hazretleri
Web Sayfaları:
Evliyalarımız: Ken'an Rifai Hz.
* * * * *
Üstadın “ÖZde BiRiZ” sohbetinde değindiği ve açıkladığı derin manalı, hiss edilesi (!) ayetler:
Mülk Suresi:
3-) Semâları yedi boyut
(hâlinde) yaratan "HÛ"dur! Rahmân`ın yaratışında hiçbir
uyumsuzluk göremezsin! Hadi bakışını döndür de bak! Bir kopukluk - uyuşmazlık görüyor musun?
4-) Sonra bakışını iki kere daha döndür de bak! Bakışın en yorgun
(aradığın kusuru bulamamış hâlde), hor-hakir olarak sana döner!
Üstadın açıkladıği bu güzel ayetleri, yakından (!) görerek, göz ile görerek ve basiret ile idrak etmek için, belki faydalı olabilir diye, bu LİNKleri koyduk:
GEZEGENLERe bak, KAİNATin büyüklüğüne bak “HİÇ”liğini düşün:
* * * * *
Üstad Ahmed Huluside „Nefs Mertebeleri“ açıklamarı:
„...kişinin idrak kendini hissediş seviyesi belli "nefs" mertebeleri şeklinde adlandırılmış.“
„Tasavvufta bahsedilen tüm mertebeler, herkeste mevcuttur!“
* * * * *
Üstad Ahmed Hulusi´nin kıtaplarından bir kaç alıntı:
Mutmainne`den sonra Mülhime`ye geri dönüş olmaz!.
İşte onun için :
“Allah velileri için ne bir korku vardır, ne de mahzun olurlar” (10-62)
uyarısı gelmiştir... Artık sanma ki, Mutmainne`ye geldikten sonra onda bedene dönük istek ve arzular görülür!. Artık, onda bedene dönük istek ve arzular kalmamıştır... Niye?... Çünkü, Hakk`ın hakikatını yaşamağa başlamıştır... “Cem makamı” denilen bu bilinç seviyesinde varlıkta “Hakk”tan gayrı bir şey olmadığı müşahede edilir. “Ene`l Hakk” anlayışı burada açığa çıkar... Vahdet-i Vücûd anlayışı buradan başlanarak yaşanır.. “....Görür gözü, işitir kulağı, söyler dili BEN olurum”!.” Kudsî Hadisinin işaret ettiği anlamda, orada “Ene`l Hakk” diyen Hakk`ın kendisi olur!. Tıpkı, ateşten Musa aleyhisselâma “Kesinlikle Ben ALLAH`ım” hitâbının gelmesi gibi... Sanma ki, gördüğün kuldur o sözü söyleyen!. “ATTIĞINDA SEN ATMADIN, ATAN ALLAH`TI” (8-17) âyetinin anlamı bu mertebede farkedilir ve yaşanır!.
~~~
“..Kuantsal boyutta her şey tek bir şuur hâlindedir.
Bu tekil şuur, “ilk akıl”=”Akl-ı Evvel” diye tanımlanmıştır.
Kuantsal boyut, “Hayat” sıfatının tâ kendisidir!.
Var olan tüm melekler, bu “RUH” adlı tek melekten, yani bizim “kuantsal boyut” olarak nitelendirdiğimiz, orijinimiz boyuttan meydana gelmiştir!.
Yani, Kuantsal boyut tekilliğinde meydana gelen melekî katmanlar(?) ile, algıladıklarımız ve algılayanlar oluşmuştur. Esasen her şey, Kuantsal boyutun kendi kendisini “seyr”inden ibarettir!.”
~~~
Esasen âlemde “TEK” bir “RUH” vardır ki, buna tasavvuf lisânı ile “RÛH-U A’ZÂM” denilir. Evrende var olan her şey bu “Rûh-u â’zâm”ın varığından meydana gelmiştir. “Rûh-u â’zâm”, bugünkü ifade ile anlatmak gerekirse, varlığın özündeki kudret-ilim boyutudur. Bu diğer ifâde ile Allah’ın ilk tecellisidir!..
~~~
Arşın altındaki, yani sırf mânânın çokluğa dönüştüğü mertebedeki ilk varlıktır!
O, “Allah” adıyla işaret edilenin, “NOKTA”dan yarattığı ilk varlıktır; “Nokta”dır!
~~~
Hz.Rasûlullah Aleyhisselâm Efendimizin “Hakikatı-aslı-orijini-kaynağı” olması yönüyle da “HAKİKAT-I MUHAMMEDİ” denilir.
~~~
“Nokta`da başlayan, Sin`de biter.” “Sin”, “İnsan”dır!.
Nokta, Ahad`dır!.
Kur`ân, Besmele`nin “B”si ile “B”nin altındaki Nokta`dan başlar.
“B”deki Nokta`nın uzamışı “Elif”dir!... Elif`i yayıp uzatmışlar...
Nereden?...
Nokta`dan!.
Bir çizgi çizmek istediğiniz zaman nokta ile başlarsınız. Önce, nokta oluşur, sonra noktayı uzatırsınız, noktalar sıralanır ve çizgi meydana gelir. Yatık bir çizgi ve onun kaynağı olan nokta... Besmele`nin başı “B” harfi!... Nokta hep nokta!. Hiç açılıp saçılmamış!. Harfler ise Elif`in uzayıp çeşitli şekillere bürünmesiyle oluşmuş!. Ve de her bir harf “nokta”ların biraraya gelmesiye meydana gelmiş.. Öyle sık biraraya gelmiş ki noktalar, biz noktaları hiç farketmeyip, harfler var sanıyoruz!
“Ben Ba`nın altındaki noktayım” diyen, Hazreti Ali kerremallahu veche...
(Hem “hiç”im, hem “hep”im, hem de “Elif”im mi demek istiyor bunu diyen acaba?...)
Kur`ân`ın son sûresi olan “Nâs”...
“Nâs”... Yâni, “Nâs=İnsanlar”..
“Sin” harfi de “İnsan”a tekâbül eder.
Yâ-Sin`deki;
“Yâ Sin”, “Ey insan” anlamındadır.
Öyle veya böyle, mühim olan, Nokta`dan insan`a ulaşan bir yarım daire ve insanın bilinç boyutundaki seyyahati ile ulaşılan tekrar O Nokta!.
~~~
Sonsuzda bir “nokta”nın yerini düşünün!.
“Nokta” olarak yaratılmış; ilmi yönüyle “Akl-ı Evvel”, hayâtiyeti yönüyle “Ruh-u Â’zâm”, hüviyeti yönüyle “Hakikat-ı Muhammedî” ve nihâyet kişiliği itibariyle aldığı isim de “İnsan-ı Kâmil” olan evrensel varlığı düşünüyor; ve biz ona da “HÛ” ismiyle işaret ediyoruz. Oysa… Bu bahsettiğimiz Zât, “ALLAH” ismiyle işaret edilenin ilminde yalnızca bir “ilmî sûret” olup; vücudu ise varlığını “HÛ”nun esmâsından alır!. Bu sebepledir ki, “nokta”nın, gayrı bir bağımsız varlığı ve vücudu sözkonusu olmaz!. “Nokta”dan meydana gelen bu varlığın -mutlak evrenin- algılanan sıfatları ve esmâsı ve müşâhede edilen ef’âli, “HÛ”nun her an yeni bir “şe’n”de oluşundan kaynaklanır!.
~~~
ALLAH İsmiyle İşaret Edilen”in indindeki sayısız “an”dan ya da bir diğer ifadeyle “nokta”dan yalnızca biri olan “İnsan-ı Kâmil” ise “mardiyye nefs” bilincine sahip kılınanın ilminden münezzehtir!.. (muhalefet lil havâdis)..
“Sınırsız-sonsuz” kavramları dahi “İnsan-ı Kâmil”de açığa çıkan “HÛ”nun esmâ ve sıfatı yönünden geçerli olup; “nokta” dışında geçerliliği kalmaz!.
“Nokta” içre varolmuş “İnsan”ın, “nokta”da (DEHR) varlığı yoktur!.
“Nokta” ötesine işaret edip, “ÖTE” indindeki sayısız “nokta”ları farkettirme amacıyla işaret kelimesi olarak kullanılan “ALLAH” isminin günlük yaşamdaki yerini buyurun siz düşünün!. Bu Evren, Tek Nokta ’dan oluşan evren!.. Oysa noktalar sayısız....Sayısız noktalardan oluşan sayısız açılımlar var!...
~~~
"Bilincin arınışı sonunda" dediğimiz, ya da "Nefsin tezkiyesi" diye bilinen özbilinç noktasında yani "Sâfiye Nefs" boyutunda kendini tanıyabilme durumuna işaret eden bir uyarı vardır: "Allah`ın ahlâkı ile ahlâklanınız"!.”
~~~
“Allah” adıyla işaret edileni bilmeyen HADdini bilmez!.
Nefs, nefs'tir; sâfiye bile olsa!. Allah ulûhiyeti beşerde zâhir olmaz!
~~~
Nefsten çıkmak , "BENLİK"siz kalmaktır!."
~~~
“Siz bir şuurdan ibaretsiniz!.
Sizin gerçeğiniz itibariyle bir şekliniz yok!
Televizyon dalgalarının bir şekli sureti var mı?.
Yok! Aynı şekilde sizin bilincinizin de bir sureti yoktur, orijini itibariyle!.”
~~~
“Kendinizi bu beden olarak kabullenme hâli nasıl ruha yükleniyorsa...
Halbuki esas gaye ne?
“Ben bu beden değilim!. Bu beden benim geçici bir sürede kullandığım araç, bir cihaz.. Esasında ben bu beden değilim!”
Buraya dikkat edin! Eğer siz şu anda bu anlattığım gerçekler farkedildiği taktirde farkedeceğiniz üzere, bu beden değilseniz, bu bedenin devamı olan-biyolojik bedenin devamı olan mikrodalga beden de değilsiniz yani “Ruh” da değilsiniz!.
Beden olmadığınız gibi ruh da değilsiniz!.
Beden ve ruh değilsiniz!
Siz bir bilinç varlıksınız!
Siz bir şuurdan ibaretsiniz!.
Ama bugün kendinizi şu bedenle farkettiğiniz gibi, ölümötesinde de o ruh bedenle, daha doğrusu halogramik yapılı mikrodalga bedenle farkedeceksiniz. “
~~~
“Tasavvufî tabiriyle “fenâfillah” denilen bu yolculukta, kişi kendisinin ve evrenin “var”lığının gerçekte ismi “Allah” olan indinde, “yok”luktan ibaret olduğunu; “Yok”tan yaratılmış olduğunu; gerçekte yalnızca “var” olanın “ALLAH” ismiyle işaret edilen olduğunu fark eder... Bu fark ediş, sonuçta kendi “yok”luğunu, “HİÇ”liğini fark etmesi realitesine erer! İdrak veya anlayışının “yok” olduğu noktadır bu!. “Vahdet” anlayışından çıkılarak yürünülen “seyri afâkî”de ise, önce kademe kademe tüm varlığın gerçekte “birimlerden oluşmamış tek bir varlık olduğu” yani “tekillik-vahidiyet” fark edilir; sonra kapasite elverirse bu anlayış “ahadiyyet” yani “HİÇ”likte noktalanır!. Sonuç, mutlak karanlık yaşantısıdır; “âmâ”dır bilinç açısından!. İsmi “ALLAH” olanın, “ahadiyyet” yani “HİÇ”lik sıfatı dolayısıyla, tefekkürün söz konusu olmadığı bu mertebenin yaşantısından dahi söz edilemez!.Ve bundan sonra nasiplileri için “bakâbillah” kemâlâtı başlar...”
Kaynak: Taoizm-Budizm-Totemizim-Islam
* * * * *
“DOST'tan Dosta” kıtabından “Özde BiRiZ” sohbeti ile manasını okumaya çalışdığımız sözler:
Konu "Özde":
“Özde biriz!”
“Hakikat, "ÖZDE BİR" olmak; marifet, "GÖZDE BİR" olmaktır!”
Konu “B”:
„B“ her birime aittir !
Kendinden, vehminden kurtulmak istiyorsan "B"nin sırrını öğren...
Nokta uzadı, "Elif" oldu; büründü, "B"denildi!..
Bismillah da, "B" ile başlar, "Ben"de!..
Kendindeki hangi mânâyı oluşturmayı dilediyse, o mânâya uygun sûreti dilediği boyutta oluşturmuş ve o sûrette o mânâyı yaşamıştır!
Nesneler sûretiyle, o birimler sûretiyle dilediğini yapmakta olanın adıdır "ALLAH"!
Hangi özellik veya mânânın ortaya çıkmasını dilemişse, o mânâya uygun sûrete bürünmüş ve o sûretin şartları içinde gerekenleri ortaya koymuştur!.
Bizim Allah'ı bilmemiz, Allah'ın mutlak olarak bilinmezliğini bilmemizdir. Bunu bildiğimiz zaman, işte Allah'ı bilenlerden olmuş oluruz!
Karşındaki birimi, parmağın ya da dudağın ya da kulağın, gözün gibi göremediğin sürece ŞİRKTESİN!...
Konu “AŞK”:
Kendini izhar ettiğinde, o mahalde; "Vech"ini gösterdiğinde her yerde ve şeyde "O"nu sevmemek asla mümkün değildir!.. Kör değilsen..?
Aşk, mi`râctır!.
Aşk, gücünü vehimden alır!.. Vehimle hayatiyetini devam ettirir!.
Sevginin târifi, sebebi çoktur; ama AŞK'ın târifini bilen...?
Çok kişiyi, sevmeye çalışmak muhaldir; çok suretli "TEK"i sevmek ise en büyük zevk!
Sevdiğin için varsan, niye kendini düşünerek yaşıyorsun?..
Sevdiğinle beraberken etrafı gözün görüyorsa, bil ki sevginde yalancısın, sadece kendini aldatıyorsun.
Sevgin yüzünden terkedebildiklerin, sevginin ölçeğidir!.
Seni sevenlerin sevgisinin, gerçekte "Allah"a olduğunu farkedebildin mi ?
Ey ismi "AŞK" olan, seni sevmemek, ancak, senin hükmünle mümkün olabilir...
Aşk, ancak, kendisine seçtiği kuluna olan hibesidir..
Aşkın mecâzı, kişiyi sahip olduğu her şeyden kopartırsa.... Ya hakîkisi?
Konu “Dost”:
Beni, bensiz bil; sen, sensiz gel; seyranımız "DOST" olsun!..
"DOST"u bulanın, "ben"i olmaz!..
"DOST" odur ki, sesleniştedir!
Konu “HiÇ”:
"HEP" olmak istiyorsanız, "HİÇ" olunuz!..
Her ne ki "yok"luğunu farkeder, "Var"lığa kavuşur !.
Huzur, yokluk halinin adıdır.
"Hiç" olabilirsen "hep"sin!.. "HEP" olduğunda nesin?..
Benlik, yana yana tükenince "hiç" kalır!... "Hiç" olunca da "hep"e dönüşür!.
Şirk, “göre” kalktığında biter; “hiçlik” başlar!.
Fâni, fenâ buldumu, Bâkî kalır...
Sen yok olduğunu farkettiğinde geride kalan Bâkî'dir!..
Fâni yok olduktan sonra Bâkî kalmaz; çünkü fâni, fânidir!.. Bâkî, ise Bâkî!.
"Fâni", "yok olacak" değildir; çünkü zaten "yok"tur!... "Fâni"nin herhangi bir zamanda yok olduktan sonra, Bâkî'nin Bâkî olacağını sanmak, Hakikattan gâfletin âlâmetidir!..
Eğer "sen" hâlâ "Allah"a ermek istiyorsan; bil ki asla "sen", Allah`a eremezsin!...
Sen, "sen"liğini bırak!.. Ben, "ben"liğimi! "Sen"siz, "ben"siz olalım!. "Hiç"likde buluşalım!.
"HİÇ"lik ötede değil, içinizdedir...Bâki de siz!...FÂNİ, hiç bir zaman varolmadı!.
Konu “Seyr”:
Beşer gözüyle bakan,hayrı ve şerri; Hak gözüyle bakan,sonsuz kemâli seyreder!.
"Zan"ınızdan geçip, onu terketmedikçe, seyredemezsiniz !
Teslim olunuz ki, seyredesiniz !
Seyr, Gerçeği idrâkla başlar.
Sükûn, seyrdedir...
Ben size diyorum ki; Varlığı değer yargısız olarak seyredin.. Ve her birimde dilediği özelliği açığa çıkarmakta olduğunu ve bu açığa çıkarttığı özelliklerle de asla kayıtlanıp sınırlanamayacağını, etiketlenemeyeceğini müşahade ederek yaşayın..
Konu “Sen”:
Allah "Ahad" ise; "sen"in yerin ne?..
"Allah'ın Vechi", Cennet’te görülür. Vechini gören de, Cennet ehlidir!
Âlemleri tanıyarak ALLAH'a ermek değil; ALLAH'ı tanıyarak âlemlerini seyretmek, ana gayemiz ve hedefimiz olmalıdır.
İşin başı, "ALLAH" diyebilmek... Sonu da, diyenin, kendi olduğunun açığa çıkmasıdır!...
Beni tanımak istiyorsan, Özüne sor; bildim, bensin sen, diyecektir!.
"Sen"im ben!... Sen, diye bakma bana.
Tüm varlığını ayakları altına seremediysen, sevgin kemâline erişmemiştir.
Gönlünüzde yer eden sözler, biliniz ki, Rabbin seslenişidir!.
Resûl, önce "Allah"ı tanıdı; sonra, tanıttı!...
"Allah"ı tanımayanın ilmi, dedikodudur! .
İlmin başı "Allah" bilmektir; sonu "Allah" demektir, ki diyen kendi olur!.
Allah fiili mutlak mükemmeldir!. Gayrının ki...?
Hâlâ gördüğünü tanıyamıyorsan... Ya kime ibâdet ediyorsun?..
Gördüğünü tanıyamıyan, gözüyle yaşayandır!..
Gerçeğe eren, gördüğünü tanır!.
Gerçeğe erenler, giyiniktirler; kıyafetlerine aldanmayınız, ki onları görebilesiniz!.
Ancak ve sadece, gerçeğe erenler "ayna" olabilirler!
Aynada arama kendini; “sen, sendesin !”
Ayna, şüphesiz olarak bil ki, sadece varsaydığın kendini görmeye vesîledir!
Varlık "TEK"ise, hiç aynası olur mu ?
Ötelerden gelip, ötelere devam etmekte olan,buradan giyinmiş ise, buralı mıdır?
Ya, O'nu görürsün; ya da pek çok şeyi gördüğünü "ZAN" edersin!
Gerçekte türlü isimler altında hep O'nu görüyorsun!.
Allah'ın ahlâkı ile ahlâklanmak,istiyorsan, önce evrende yersiz iş görme !..
Allahın ahlâkıyla ahlâklanmak fevkalâde zordur; bundan da daha zor olanı, beşerin arasında gereklerine uyarak yaşayabilmektir.
"Bulan ol kendi oldu", demiş biri; "Buldum ise ne oldu" demiş diğeri! "TEK" ise, bulan mı var, bulunan mı?
Ya varsayım yollu, "çok"tan, "yok"a bakılır; ya da TEK, kendi esmâ ve fiillerini seyreder!.
Çokluğu inkâr, Hak'kı inkâr olur!..Tek’liği inkâr, yine Hak'kı inkâr olur!.
Ortaya koyduğu tüm sayısız esmâ terkipleriyle, her an, türlü isimler altında dilediğini, dilediği gibi yapmakta olan kim?... Sen mi, O mu?!.. Cevabın, O ise; Tanrın, senden razı olsun!.. Sen isen, razı mısın yaptıklarından?... Reva mı düşündüklerin, yaptıkların?.
Ötendeki değil, karşındaki HAK'kın fiilinden razı olmak, şirkten arınmaktır!.. Ya "Allah kulu" olunduğunu farkedersin; ya da "tanrının kulu" olarak, geçer gidersin !
Allah'tan gayrını görmeme hâlini yaşayan, "Daimî oruç"tadır!
ESAS OLAN ; O'nun varlığı dışında VARSAYDIĞIN BENLİĞİNİN GERÇEKTE hiçbir zaman VAROLMADIĞINI İLİM YOLLU KAVRAMAK ve gereğini hissedip YAŞAMAKTIR!
Kişi benlikten arınmadıkça, ben kavramını yitirmedikçe, baş olmak başta olmak hissini yitirmedikçe, tasavvufu dedikodudan ibarettir!
Saflaşmak bilmekle değil, sistemi idrak etmekle başlar !
Sistem adı altında yaşanmakta olan boyut, ve içinde olup biten herşey yanlızca “açığa çıkışına Göre” hakkı verilmesi gereken bir sonsuz yaşamdan ibarettir. Ve bu yaşamda beşeri değer yargılarıyla şartlanmaların getirdiği duygulara yer yoktur!
Bil ki, yolun sonuna eren yoktur... Belki, deryaya erip, onda bir zerre hâlini alan vardır!.
Kaynak: DOST´TAN DOSTA
Üstad Ahmed Hulusi´nin resmi web sitesi:
www.ahmedhulusi.com