Sohbet -109-
"Ana konu: ALLAH ismi ile işaret edileni anlamak!"
"Ana konu: ALLAH ismi ile işaret edileni anlamak…
İnsandan başlayarak ALLAH ismi ile işaret edileni anlamak mümkün değildir.O çıkmaz sokaktır.Çölde yolunu kaybetmiş insanın kendi fasit dairesinde dönmesi gibi bir sonuç
getirir, insan adından yola çıkarak ALLAH adıyla anılanı anlamak… Dolayısıyla, önce “ALLAH ADIYLA İŞARET
EDİLEN”den konuya girmek gerekir.Okumuşsanız kitaplardan okumuşsunuzdur veya dinlemişsinizdir, KURAN Besmeleyle
başlar, kapağını ilk açtığınızda okuyacağınız ilk ayet BESMELEdir. İSMİ ALLAH der. Bir kere bu İSMİ ALLAH ifadesini çok iyi kavramak lazım.
Size birisi dese ki, tanımıyorsunuz , bilmiyorsunuz, İSMİ AHMED HULUSİ… bu isim size ne ifade eder? Sadece bu isimle işaret edilen birşeyin varlığına işaret eder o kadar.
İsim,bir müsemmaya işaret eder ki, o isimle isimlenenin ne olduğunu anlamak gerekir.
İsmi ALLAH demesi ilk başta insanları uyarmasıdır.
Yani “o sizin bildiğiniz, düşündüğünüz, tasavvur ettiğiniz, hayal ettiğiniz gibi bir obje, bir tanrı, bir öte varlık değildir”
demektir. Böyle bir şey tasavvur etmeyin! Ondan sonra da o ismi ALLAH olanın iki vasfını anlatır RAHMAN ve RAHİM’dir der. Ondan sonra da çok büyük bir incelikle, ancak tasavvufta derin çalışmalar yapmış kişilerin
anlayıp yazabildiği bir biçimde İSMİ ALLAH olanın başına da B harfini koymuştur; B İSMİ
ALLAH şeklinde. O B’nin anlamına da işaret eden en önde gelen bariz kişi Hz.Ali’dir. “Kuran’ın sırrı
Fatiha’da, Fatiha’nın sırrı Besmelede, Besmelenin sırrı B harfindedir”… şeklinde. Yani
ismi ALLAH olan tanındığı, bilindiği, anlaşıldığı, kavranıldığı ölçüde, insanın hakikatında ve kendi özünde mevcuttur demek!
Peki şimdi bu ismi ALLAH olan, nasıl bir şey, nasıl bir varlık?
Dünün insanı için olay çok farklıydı. Hatta hatta dünya düzdür, kenarına gidersen aşağıya düşersin anlayışının yer aldığı, zamanının çok aydın toplumları vardı dünyada.
Kazara biri çıktı dünya yuvarlaktır dedi, adamı zehirlediler, din uğruna!
Bugün biz biliyoruz ki, üzerinde yaşadığımız dünya, uzayda mavi bilye. Ortadaki merkezdeki
bir yıldıza bağlı. 1.303.000 dünyayı biraraya getirsen ancak o büyüklüğe ulaşabilecek bir güneşin uydusu. 300 milyar-400 milyar
-artıranın üstünde kalsın- güneşin olduğu bir galaksinin içinde kıyıda köşede bir ufak bilye…. O 400 milyarlık galaksi, Lanieka adı verilen, milyarla
galaksiyi ihtiva eden bir başka komplexin içinde bir hiç! Ve ölçülemeyen daha büyük diye. Gidiyor da gidiyor! Önü sonu yok. Aklın hafsalanın
kavraması mümkün olmayan bir sonsuzluk. Biz lafını ediyoruz sadece rakamlarla. 5-10; 500 milyar 300 milyar falan. Şimdi böyle bir gerçeklik önünde sizin
yukarda ötede bu varlığı yöneten bir tanrı düşünmeniz çok büyük bir DOGMA olabilir. Hayalinizde yarattığınız bir tanrıdan başka bir şey olmaz. Böyle bir tanrıdan söz
edemezsiniz. Onun içindir ki, zaten Hz.Muhammed’in bildirdiği ilk mesaj: LA İLAHE demiştir.
İlahlık-tanrılık kavramı söz konusu değildir.Sadece İSMİ ALLAH olan.
İSMİ ALLAH olan! Bu bildiğimiz boyutlardaki bir evren. Bu evren, bigbang’le oluşmuş deniyor. İspatlanmış bişey değil. BIGBANG’İN
ESASINDA BAŞKA BİR KARADELİKTEN ÇIKMA BİR EVREN OLUP OLMADIĞI MEÇHUL. Oraya girmiyorum, o ayrı bir konu çünkü. Çünkü ehil kişiler evren içre evrenlerden söz
ediyorlar,onların dediği anlamda olayı anlayabilsek, BİR BAŞKA KARADELİKTEN DOĞAN YENİ BİR EVREN OLDUĞUNU ALGILAYABİLECEĞİZ. Neyse o önemli değil. Biz şu anda bildiğimiz
kadarıyla madde yapısından hareketle konuya girersek:
Bizim bütün yaşamımız, göz-kulak-dokunma gibi duyulara dayalı oluşmuş. Şu anda hani hepiniz dersem üstüne alınıp gocunan olur, hepiniz demiyim, bazıları istisna diyim,
birer TOPLUMSAL ROBOTSUNUZ! Bugünkü düşünceleriniz, kabulleriniz, değerleriniz, duygularınız, uğruna savaştığınız şeylerin hepsi de içinde yaşadığınız toplumun siz farkında
olarak veya olmayarak beyninize yüklediği programlar dolayısıyladır. YAŞADIĞINIZ TOPLUMUN BİRER ROBOTU HALİNDESİNİZ!
Eğer ki, şöyle düşünün, siz bu toplumun içinde doğmayıp, büyümeyip, ÇİN’in bir köyünde doğup büyüseydiniz, veya Afrika’nın bir köyünde Brezilya
ormanlarının bir köyünde doğup büyüseydiniz, hadi biraz daha değiştirelim, bugünün Japonya’sında doğup büyüseydiniz, şu andaki düşünceleriniz, kabulleriniz, değer yargılarınız,
örfünüz, adetiniz, ananeniz ne kadar sizle olacaktı?
Şimdi burda beynin çalışma sistemine geliyoruz.
Beynin oluşumu, en başta anne ve babadan gelen genetik bilgiler ile meydana geliyor.
Daha sonra bebeğin oluşma süreci içinde, çocuğun beyin sapının oluşmasından itibaren annenin beyniyle de ilişki kurarak,
annenin beynindeki özellikleri de kendinde toplayarak, daha sonra astrolojik etkilerin tetiklemeleriyle, ve doğduktan sonra da en başta anne ve babanın
yönlendirmesiyle, onda oluşturduğu kabullerle, daha sonra okulda, daha sonra yetiştiği mahallede, çevrede, şehirde, bulunduğu çevrenin MEDYANIN onda FARKINDA OLMADAN
YÜLEDİĞİ KABULLERLE, “canım herkes böyle düşünüyor işte, başkası olur mu yani!?” den yola çıkarak birer
TOPLUMSAL ROBOT halinde yaşıyoruz. Bu şekilde yaşayan insan eğer bu baskılardan kendini kurtarıp, “gerçekten
bilimsel bulgular nelerdir?” diyerek düşünmeye başlarsa, ÖNCE ATEİSTLİK NOKTASINA GELİR.
ATEİSTLİK NOKTASI, İSLAM’ A VE KURAN’A EN YAKIN NOKTADIR! Çünkü yukarıda ötede
bir tanrı olmadığı gerçeğini farketmiştir. Şimdi bundan sonra eğer düşünme kabiliyeti, istidadı varsa düşünebiliyorsa, önce madde dediği şeyin ne olduğunu araştıracaktır. Gözümüzün
gördüğü nesne, gerçekten öyle mi? Gözümüzün gördüğü nesne, gözümüzün beynimize ilettiği frekanslara göredir. BEYİN KENDİSİNE DAHA ÖNCEDEN GİRMİŞ OLAN BİLGİLERE
GÖRE GELEN BİLGİLERİ DEĞERLENDİRİR. Ama nasıl? Kendisine daha önceden girmiş bilgilere göre! Siz yetişirken daha “işte bu maddedir, bu vardır, bak elinle de
tutuyosun..” diye beyninize girdiği için “bak bu maddedir, elimle de tutuyorum, görüyorum” diyerek olayı değerlendirirsiniz.
Fakat bilirseniz ki, bu madde diye gördüğünüz nesneyi mikroskobun altına koyup büyüttüğüm zaman, bu görüntü kaybolur, atomlardan ibaret bir görüntü çıkar karşıma, o zaman
dersiniz ki: “Bunun gerçeği atomlar.Burda atomlardan ibaret bir dünya var.Gözüm benim atomlardan ibaret dünyayı masalardan ve bedenlerden ibaret bir dünyaymış
gibi bana kabul ettiriyor” Gördüğüm dünya değil, büyüterek gördüğüm atomlardan ibaret bir dünya! Atomlardan ibaret bir dünyada bu bedenlerin hiçbiri yok!
Değişik moleküler kütleler var.
Bunu daha da ileriye götürebilirseniz, -ki benim en son beyinle ilgili videomda misallerle, hologramla anlattığım olay, izlemeyenler izlesin- daha da ileriye giderseniz,
neticede varlığın özü, orijini olan bugün bilim yoluyla kuantum potansiyel dediğimiz varlığın hakikat
noktasına gelirsiniz. Bu boyut itibariyle varlıkta birimler söz konusu değildir. Tekil, sonsuz-sınırsız bir yapı vardır. Bütün algıladığınız ve algılayamadığınız herşeyin
orijin noktası, bu tekil sonsuz sınırsız noktadır ki, bu noktada var olan enerji, kudret, sonsuz-sınırsız-tekil olarak mevcuttur.
Bu noktada var olan şuur, sonsuz sınırsız tekil şuur olarak mevcuttur.Burda bölünmekten, parçalanmaktan, şekilden söz edilmez. Varlığın orijini kuantum potansiyel! Şimdi bizim bugün kuantum potansiyel dediğimiz, bütün evrenin ve varlığın orijini hakikati dediğimiz şey, din terminolojisinde ALLAH ismiyle işaret edilmiştir. Ve anlatım olarak da “DE Kİ ALLAH EHADDIR”. TEKtir. O TEKin dışında başka bir ikincillik söz konusu değildir. SAMEDDİR. Kendisi dışında ne ona bişey dahil olması söz konusudur, ne ondan bir şey çıkması söz konusudur.
Başlı başına sonsuz sınırsız bir TEKliktir. LEM YELİD
ve LEM YULED ; ne ondan meydana gelmiş, ondan açığa çıkmış ikinci bir
varlık vardır, ne de onu meydana getirmiş ikinci bir varlık vardır.
Şimdi bu TEKlik, bu şuur, bu varlık böylesine bir teklik olduğuna göre ; bu TEKlikten açığa çıkan birşeyden söz edilemeyeceğine göre, TEKten açığa
çıkan ikinci birşeyden söz edilemeyeceğine göre, öbür yandan şu anda biz parça parça birçok şeylerin varlığını görüyoruz. İster beden de, ister dünyalar de, gezegenler,
galaksiler de, nebatlar de, ne dersen de, bir ÇOKLUK algısı içindeyiz. Peki varlığın orijini bu TEKlikse, bu çokluk nasıl meydana geldi?
Soru burası.
Şimdi burada TEKliğin ne demek olduğunu çok iyi anlamak lazım. O TEKlik, sonsuz ve sınırsız kudret ve sınırsız şuurdur dedik. Şuurdur demek;
şuurun faaliyet gösterdiği alan olan ilimdir demek. İlim demek; BİLGİ demek. Varolan bilgi potansiyeli demektir. Varolan bilgi potansiyeli, kendi varlığı içinde o bilgi potansiyeli içinde kendi kendini
seyretmesi demektir.
Şimdi bu dediğim biraz sizde afaki/havada kalıyor. Bunun nasıl olduğunu şimdi insandan yola çıkarak anlatacağım o zaman daha iyi farkedeceksiniz. Şimdi beynin çalışmasını ele alalım;
BEYİN dediğimiz şey 7,5 milyar insanda aynı beyin. Hepsinde aynı frontal kortex, aynı amigdala, aynı hipotalamus
vs. Fakat herkeste aynı olan beyinden 7,5 milyar farklı insan diyoruz.
Neye göre 7,5 milyar? Bu 70 milyar da olur, 700 milyar da olur. GİREN BİLGİYE GÖRE!
Eğer misal yollu anlatırsak, -misalde kalmayın ama, sadece misaldir- beyni bir bilgisayar gibi düşünürseniz, o bilgisayara ne kadar farklı program yüklerseniz o kadar
farklı işlem açığa çıkar ekranınızda… Şimdi beyin dediğimiz şey de, varlıkta esasında Tek bir Beyin
olmasına rağmen, açığa çıkan şeylerin hepsi de GİREN BİLGİYE GÖRE! Eğer oraya o bilgi girmeyip öbür bilgi girseydi, bu sefer onu konuşacaktı,
savunacaktı. Şimdi biraz evvel de dedim ki, birer toplumsal robot gibi çalışıyor beyinler,niye? Çünkü burada bu bilgiler girmiş, bu giren bilgilere göre yaşamı
değerlendiriyor ve o sonuçları konuşuyorsunuz. Şu anda konuştuğunuz şeylerin dışında bir şey konuşmanız asla mümkün değil. Çünkü BEN DÜŞÜNÜYORUM dediğiniz anda siz
düşünmüyorsunuz! Ben hayal ediyorum dediğiniz anda siz hayal etmiyorsunuz. Konuştuğum şeyler bilimsel bulgulardır.
Beyin kendi veritabanı içinde, her an vücuttan bedenden gelen 100milyonlarla bilgiyi kendi içinde değerlendirir ve onlara cevap verir. Bütün hücrelerinizle
bağlantılıdır. Bunun gibi her an gözden-kulaktan-dokunmadan gelen bilgileri değerlendirir. Bunun gibi sayısız astrolojik dalgaları alır değerlendirir.
Bütün bu değerlendirmelerinin belki milyonda veya milyarda biri olan bir bilgiyi de KENDİ FARKINDALIK ALANI dediğimiz bir alana atarak, ordan açığa çıkartır.
BU ÇIKARTTIĞI BİLGİ SİZDEN “BEN” DİYE BAŞLAYAN CÜMLELERLE AÇIĞA ÇIKAR; şöyle duyuyorum, şöyle
görüyorum, şöyle hissediyorum, şöyle düşünüyorum.
Oysa bilimsel olarak kanıtlanmıştır ki, sizin ağzınızdan “Ben şöyle düşünüyorum” çıkmadan, düşünüyorum kavramı sizde oluşmadan 6 saniye
evvel beyin o işlemi yapmış ve o sonucu aktive etmiştir. Yani olay sizin ben dediğiniz şeyin çok daha öncesinde, -çok daha derken tabi bizim şu zamana göre değil,
beynin zamanına göre çok daha önce- olmuş bitmiştir. Beyinden o farkındalık alanına geçmiştir. Geçtiği noktada “ben şöyle düşünüyorum”
çıkmıştır.
Yani tümüyle bir otomasyonla çalışan bir beyin vardır insanda. İnsan denilen yapının arka planında, gerçekte. Herhangi bir olayda sizin gösterdiğiniz bir reaksiyonun dışında herhangi
bir reaksiyon göstermeniz o anki şartlara göre ASLA mümkün değildir. Çünkü çalışan sistem, input-process-output’tur. Gelen bilgi veritabanındaki bilgilere göre -ki o sizin o zamana kadarki edindiğiniz bütün bilgilerin tamamıdır- farkında olarak veya olmayarak size girmiş olan
bilgiler burada process edilir, analiz edilir, sentez yapılır ve buradaki bilgilerin sonucu, otomatik output olarak çıkar. Beyinde
bu output oluştuktan 6 saniye sonra farkındalık alanında “ben şöyle düşünüyorum, şöyle hissediyorum, şöyle duyuyorum”
dersiniz.
Eğer bu anlattığımı gerçeğiyle size kavratabildiysem, o zaman şunu anlayacaksınız:
GERÇEKTE SİZİN BEN DİYE BAHSETTİĞİNİZ BİR KİŞİLİĞİNİZ YOK, BEN DİYE BİR VARLIK YOK!
VAR OLAN BİR BİLGİ DÖNÜŞÜMÜ! BİLGİ BİRİKİMİ! BİLGİ İŞLENMESİ ve BİLGİ DÖNÜŞÜMÜ!
İşte tasavvufta “sen diye bir şey yok, sen hiçbir zaman var olmadın, var olan yalnızca ALLAHtır” gibi anlatımların bugünkü bilgiler
ışığındaki açıklaması budur, bana göre.
Şimdi burdaki sistemi şurasıyla anlayalım:
BEYİNDE BİLGİ İŞLENİYOR. Bilgi işlenirken, beyin aldığı bilgiyi, işleme sırasında, BİR KISMIYLA, ÇOK DÜŞÜK BİR KISMIYLA PROJEKTE EDİYOR. Nereye projekte
ediyor? KENDİ İÇİNDEKİ HAYAL DEDİĞİMİZ BİR DEVREYE. Sizin gördüğünüz, duyduğunuz, tuttuğunuz, tutamadığınız, kucakladığınız, kucaklamadığınız, sevdiğiniz, nefret ettiğiniz herşey,
sizin beyninizin içindeki hayal dünyasında olup bitiyor, dışarıda
değil.
“Ya ben bu kadar şeyi beynimin içinde nasıl görüyorum? Bal gibi dışarıda?” basit; gece rüya görüyorsunuz. Gece rüya görürken, gözünüz açık
mı? O gördükleriniz dışarıda var mı? Dışarıdan ses alarak mı o konuşanları duyuyorsunuz? RÜYA DEDİĞİMİZ
YAŞAM,SİZİN GERÇEK DEDİĞİNİZ YAŞAMIN GERÇEĞİDİR. YANİ BEYNİN GERÇEĞİ SİZE RÜYA ADI ALTINDA SİZE YAŞATILIP FARKETTİRİLMEYE ÇALIŞILIYOR.
Yani, beynin gerçeği RÜYA YAŞAMIDIR. Nasıl diyim, beynin sahtekarlığı mı diyim, aldatması mı, uyutması mı diyim, işte o da bu gerçekliktir. Bunları dışarıda
görüyoruz, dışarıda yaşıyoruz zannı! İşte beynin bu kendi hologram dünyasıdır. Yaşadığınız herşeyi kendi veritabanınıza göre, kendi hologram dünyanızda yaşıyorsunuz.
Sanki bir büyük tiyatro salonunda, balkonda oturuyorsunuz, sahnedekileri seyrediyorcasına, beyniniz kendi içinde veritabanına göre bir senaryo oluşturup, size bu yaşam adı altında seyrettiriyor.
Ve bütün bunlar sizin beyninizin içinde oluyor.
Şimdi beyinde ne olup bitiyor? Beyinde bilgi işleniyor. Beyne dışarıdan giren bir madde yok. Sizden bana ne geliyor? Belirli dalgalar geliyor gözüme. Aslında burda
pek çok dalga geliyor. Yani şurda normal gözün görme sınırlarının dışında daha pek çok dalga geliyor. Sizin beyninizin yaydığı frekanslar bana ulaşıyor, fakat beynim ağırlıklı olarak GÖZDEN
GELENE ODAKLI olarak çalıştığı için gözden gelen dalgaları beynim çözüyor. Neyi çözüyor? Bakın beyne giren madde yok, dalga var. Beyin dalgaları çözüyor.
Dalga dediğimiz şey BİLGİDİR. Televizyonuna uydudan dalga geliyor. Biz ona dalga diyoruz, dalga dediğimiz şey BİLGİdir. O bilgi, konvert edilerek TV ekranında
görüntü şeklinde geliyor, gözüme göre… TV ekranında aslında o gördüğün görüntü yok. Gözün TV ekranına gelen o dalgaları konvert ederek ayrıca beynine yolluyor, sen
orda görüntü var zannediyorsun.
Yani burada anlatmak istediğim şey, beynin tamamı DALGALARLA ÇALIŞAN BİR SİSTEM OLDUĞU ve bu dalgaların da gerçekte BİLGİDEN ibaret olduğu!… İnsan kelimesiyle
anlatılan gerçek manada beyin, KAİNATIN AYNASIDIR. Kainat zaten ilimden ibarettir, bilgiden ibarettir. İlim ve bilgiden ibaret olan kainat, işte kuantum potansiyel dediğimiz yapının varlığında mevcut olan bir bilgi ve ilimdir. Buna ALLAHın ilmi diye işaret edilmiş din
terminolojisinde.
Şimdi burada önemli olan ve kavranılması gereken nokta şurası:
bu varlık sonsuz sınırsız TEKillik ihtiva ettiği için, bu varlıkta var olan her bilgi, o bilgi paketi olan insanlar veya bütün varlıklar
orada mevcut olan bilgiyi kendi içinde barındırır. İşte buna HOLOGRAM TEKNİĞİ denmiş. Hologram tekniğine göre, BİR BÜTÜNDE MEVCUT OLAN BÜTÜN ÖZELLİKLER,
ONDAKİ EN UFAK ZERRE NOKTADA DA MEVCUTTUR AYNIYLA. Buna eskiler; oyanustan bir kaşık su alırsan o bir kaşık suda okyanusun tamamı mevcuttur
der.
Dolayısıyla, her insanın beyninde ALLAH adıyla işaret edilenin bütün özellikleri mevcuttur. Bütün MESELE SENİN KENDİNDEKİ ALLAH’I BULBİLMENDİR, kendindeki
ALLAH’ı keşfedebilmendir. Çünkü sen yetiştiğin süreç içinde, maalesef bulunduğun çevrenin gereği olarak bu et kemik beden olarak kabul ettin. Zaten doğuştan itibaren de beyin bunu böyle
kabul etti, çünkü beynin oluşum sürecinde en başta, bedenden gelen bütün bilgiler sürekli olarak beyne girdiği için, beyinde ağırlıklı olarak BEDEN
BİLGİSİ mevcut. Dolayısıyla beyin kendini beden kabul etme noktasında. Öyle gelişmiş.
Daha sonraki süreçte eğer bulunduğun şartlar itibariyle, bir şekilde sen insanın ne olduğunu, hakikatını anlatan bir bilgiyle karşılaşırsan, bunu değerlendirmek için gerekli olan bilgi de sana
girmişse, sen kendini beden kabul ediyorsun fakat, öbür taraftan da bir şekilde sen duydun ki, sen ölmiyeceksin, ölüm diye bir şey yok falan,böyle bir bilgi girdi…
Daha sonra bu detaylı bilgi gelirse, daha önceden girmiş olan bilgi gereği, veya genetikten böyle bir bilgi geldiyse beynine, bu bilgi dolayısıyla sen kendini beden ötesi bir varlık olabileceğini
düşünmeye başlarsın. İşte beden ötesi bir varlık olabileceğini düşünmeye başlaman ile birlikte DİN kelimesiyle anlatılan alana girmiş olursun.
Hristiyanlık olur, yahudilik olur, müslümanlık olur, budistlik olur vs vs, çünkü din kelimesi
kapsamındaki bütün bilgiler senin bu beden olmadığını beden ötesi bir varlık olduğunu anlatmaya çalışır bir şekilde. Ama eksiğiyle ama fazlasıyla ÖNEMLİ DEĞİL.
Şimdi sen bir beden olmadığını farkedersen eğer, çünkü bu beden hayvandır bu yer, içer, seks yapar, yavrular, hayvanın yaşamıdır bu, bütün hayvanlarla ortak yaşamdır. İnsanda şuur
vardır. Bütün hayvanlar bir şey almak için etrafta dolaşır, sadece insan birşeyler vermek için hareket edebilir. İnsanın vasfı vermektir. Hayvanın vasfı almaktır. Hayvan almak için yaklaşır, İnsan vermek için yaklaşır.
İşte insan dediğimiz şey, esas itibariyle, kendinin beden ötesi varlık olduğunu kabul eder. Zaten, dedim ki beyin esasında bir bilgi
yapıdır, dalga yapıdır. Sizin beyninizdeki verilerin oluşturduğu bir hologram dünyanız var beyninizin içinde yaşamakta olduğunuz. Hepiniz istisnasız, kendinizde
deneyimlediğiniz bir şey var, bir çok zaman bedeninizin farkında olmadan yaşarsınız; öyle anlar vardır ki, bedeninin varlığının yokluğunun farkında
değilsin. Kendi düşünce dünyanın içindesin. Kendi hologram dünyanın içinde dönüp duruyorsun.
İşte beynin orijini bu dalga yapıdır. Beyni alıp, demin şu masayı atomik yapı olarak gösterdiğim gibi, beyin dediğimiz şeyi de çok yüksek elektron mikroskoplarının altında baktığımız
zaman beynin orijini de dalga yapıdır, dalga paketi, bilgi paketidir. Dolayısıyla, demişlerdir ki “hayvan ölür, insan ölmez”
Hayvan kelimesiyle anlatılan bedendir. İnsan kelimesiyle anlatılan
beyindir, o bilgi paketi olan beyin, gözün gördüğü et beyin değil.
BİZİM EN BÜYÜK HANDİKAPIMIZ, YAŞAMI GÖZE GÖRE DEĞERLENDİRMEKTİR. Göze göre değil ilme göre, bilgiye göre değerlendirmeye başladığımız zaman bize sırlar açılır.
Görünenin arkasına geçme şansı doğar. Dolayısıyladır ki insan ölümsüz varlıktır.
Ölümsüzlüğü nerde? Hologram beyinde!
Hologram beyin diye anlattığımız şeyi DİN; KABİR ALEMİ diye anlatmıştır!
Sanırsınız ki ölecek, kabir almine gideceksiniz, hayır! Şu anda kabir almindesiniz. Beyninizdeki hologram dünyanız dediğimiz şey kabir alemidir ve bu kabir alemi kıyamet ve mahşer
olayına kadar böylece devam edecektir.
Sizin yaşamınız tümüyle beyninizdeki kabir aleminde devam ettiği içindir ki, bedenle ilişkiniz kesildiği, beden out of order olduğu anda dahi, onu ilk anda
farketmezsiniz. Nasıl şu anda bedeninizin birçok şeyini farketmeden yaşıyosunuz, birşeye dalıyosunuz, hiç bedeni farketmeden yaşıyorsunuz, aynen bunun gibi, normal şartlarda ölenlerin de
birçoğu normalde öldüğünü farketmez. Farkettirecek bir etkiyle karşılaştıktan sonra. Dolayısıyla o yaşamı taaa mahşere kadar devam eder.
GECE RÜYALARININ ÇOĞU SENİN KABİR ALEMİ GÖRÜNTÜLERİNDİR. Dünyada seni sıkan, üzen şeylerin hepsinin sebebi nedir? ALLAH yukarıdan sopayla seni dövmüyor.
Sen kendi kendine zulmediyorsun. Sende bir kabul var. Nerden oluşmuş? Anandan, babandan, teyzenden, hocandan, okuldan, medyadan vs.
den, seni şartlandırmışlar, “bu böyle olmalıdır” ya da “böyle olmamalıdır", Senin “böyle olmalıdır” ya da
“böyle olmamalıdır”ına ters düşen bir şey olduğu zaman, hadi başlıyorsun yanmaya “niye böyle oldu!!!”
Seni yakan şey, sendeki kabuldür, kimse sana zulmetmiyor. Sen eğer birşeyden dolayı üzülüyorsan, sıkılıyorsan, bunalıyorsan, depresyon geçiriyorsan, bu senin kabulünden dolayıdır.
Eğer sen “tamam öyle de olur, böyle
de olur” diyerek geçebilsen o olaydan hiçbir şekilde yanmayacaksın. Ne prozac’a ihtiyacın olacak, ne psikoloğa, ne birinden
yardım almaya ihtiyacın olacak…
ŞİFA KABULLERİNDEN ARINMAKTADIR!
Şimdi bunları böyle psikolojik bir olay gibi anlatıyorum, dönelim şimdi.
Yanmalarının tamamının sebebi: ALLAH’A OLAN İMANSIZLIĞINDIR!
Ne zaman, nerede hangi olaydan dolayı yanıyorsan, ALLAH’a olan imansızlığından dolayı yanıyorsun! “ee.. ben inanıyorum, ALLAH’a şükür müslümanım! Arada
sırada namaz da kılıyorum, belki bi ümreye hacca da gittim.. ALLAH’a dua da ediyorum, kelime-i şehadeti de söylüyorum, öğrettiler, eşhedü enla ilahe illALLAH, la ilahe illALLAH falan…
müslümanım”
LAF! BAL GİBİ DE İMANSIZSIN!. Niye?
Bir kere isim müsemma değildir. Yani isim, İSİMLENEN değildir. İsim denen kelimeler, bir kavramı kullanmak, bir kavrama işaret etmek için kullanılır. Eğer o kavram sende mevcut
değilse, senin o kelimeleri kullanman hiçbir anlam taşımaz. ANLAM TAŞIMAZ NE DEMEK? ONUN ANLAMI SENDE GEREKEN YAŞAMI YAŞATMAZ!
Şimdi, senin kelime-i şehadeti söylemen, la ilahe illALLAH demen müslüman yapmaz. Namaz kılman müslüman yapmaz,
mümin yapmaz.. “Peki ne yapar kardeşim?! Bize öğretilen bu
işte!?” Napıcan, kelime-i tevhidi söyliycen, la ilahe illALLAH diycen, ALLAH’a Tanrıya dua edicez elimiz kaldırıp ondan bişey istiycez, e bizi cehennemden koru
diycez, cennete sok diycez falan…”
Bakın Kuran’da bazı ayetler var. Arapçasını okuyup da hocalık taslamama gerek yok.
Türkçesini söyliyim:
1- "ALLAH size ŞAHDAMARINIZDAN daha
yakındır!"
2- "ALLAH sizi ALNINIZDA çekip
götürmektedir!"
3- "Ne yana bakarsanız ALLAH’ın yüzünü görürsünüz!"
4- "ALLAH DİLEDİĞİNİ yapar!"
5- "ALLAH’a yaptığından soru sorulmaz!"
6- "Nefsinizde mevcut, hala görmüyor musunuz?"
Şimdi siz, Kuran’dan saydığım bu 6 ayeti, -Kuran’ın tamamını demiyorum- bu 5-6 ayeti,
yaşam olarak -lafız olarak değil- YAŞAM OLARAK
KABUL EDİYOR MUSUNUZ?
YAŞAM OLARAK BU DEDİĞİM AYETLERİ KABUL EDİYORSANIZ, MÜMİNSİNİZ.
Yani Resul size ALLAH budur buna iman ediyor musun diyor, sen yaşam olarak bu ayetleri düşünüp, yaşamında hissediyorsan müminsin.
Yok, hissetmiyorsan, böyle düşünmüyorsan o zaman mümin değilsin, imanlı değilsin.
Bunun sonucu da yanmaktır. Hayatın yangınlarla geçiyor. O yüzden yanıyorsun, bu yüzden yanıyorsun, şu yüzden yanıyorsun. Bu
böyle dedi diye bu böyle yaptı diye yanıyorsun. Niye?
Eğer sen şu bahsettiğim ayete iman ederek “baktığın gördüğün varlık ALLAH’ın varlığıdır,o dilediğini yapar,
yaptığından sual olmaz” hükmünü kabul etmiş olsan, ALLAH’la kavga edebilir
misin? ALLAH’a surat asacak halin mi var,
ben dilediğimi yaparım diyor. Hükmü kesin, Kuran’da belirtmiş! Çünkü “sizi de fiillerinizi de ALLAH yarattı”
diyor ayet. Karşındakinin, muhatabının varlığını da, o varlıktan açığa çıkanı da yaratan ALLAH ise, ve sen buna iman ediyorsan, senin yaşamın şimdiki gibi, olur mu?
Olması mümkün mü?
Vicdanınıza sorun bu soruyu…
Ben karşımda ALLAHın varlığını görüyor olsam, Onun bana hitap etmekte olduğunu görüyor olsam onu sevmez miyim? ALLAHı görenin
ALLAHı sevmemesi mümkün mü?
Baktığın yerde gördüğün benim diyor. Konuşan benim diyor. Benden gayrını görmüyorsun diyor…
Nasıl SEVMEZSiN?
Sevgi bağına girdiğin zaman cennete de girmiş olursun. Bütün kavgaların biter, yanmaların biter, üzüntülerin biter. AŞKIN CENNETİNE GİRMİŞ
OLURSUN.. Karşındakinin varlığını yaratan O, fiillerini yaratan O, sana kucağını açan O ise, senin varlığında var olan da bakkal bodos
mu?
Senin varlığında da var olan O ise, O’nun yanısıra bir de senin ben dediğin şey var olabilir mi? Ben şöyle yaptım, ben böyle yaptım…
neyi yaptın? Karşında yapan kendisi de, sende yapan kim…?
* * * * * * *
Bu bedenden ve bu beden bilgisinden beyne girmiş olan her bilgi, sizi bir süreç gelir yakar.
Ta ki, bir üst bilgi gelip o bilgiyi ignore edene kadar. İşte o zaman sizi yakan o bilgi geçersiz hale
gelir. Sizler, birer meleksiniz… Suretsiz bilgisiniz, suretsiz varlıksınız. Kendini tanı öğretisinin başlangıcı bu noktadır!! Önce suretsiz varlık olduğunu bir anla, kavra, anlayıp kavrayamıyorsan en azından buna
iman et, bunu anlamaya çalış, bu yolda gerekli bilgileri edinmeye çalış, ki kendini tanıyasın. Seni yakan şeylerden kurtulasın!
Yoksa sonsuza dek yanmakta devam edersin. Gece kabusların gündüz kabuslarına döner, gündüz kabusların gece kabuslarına döner, şifayı prozac’ta ararsın. Rabbın dilediğini yapar, o beyindeki açığa çıkan özellik,
Rab ismiyle anlatılanın mekaniği, sistematiği.
Soru:
"Beden kabuğundan çıktıktan sonra, ruhsal boyutta o farkındalığı yaşamaya başladıktan sonra istediğiniz yerde olabilirsiniz? Veya istediğiniz
kişiyle temas kurabilirsiniz???"
Üstad cevap:
"Artık o öyle olana sorulacak bir sual! Ben sıradan basit bir insanım, o kadarını bilemem.
Ben işin mekaniğini konuşuyorum."
Soru:
"Ortada sadece bir seyir var. Başka bir şey yok, neden böyle?
Yani bu alemin rüyadan bir farkı yok."
Üstad cevap:
"Aynen öyle, hiçbir farkı yok. Zaten dedim, rüya bu alemin anlaşılması için bir done!"
Soru:
"Hz.Rasulullah Efendimiz hani “Her insan bir evrendir, her insanın farklı bir seyri vardır” demiş
Üstad cevap:
"Elbette, şimdi o konuya gelicem.."
* * * * * * *
Bulaşık makinesi bilirsiniz değil mi, birçoğunuzun evinde vardır. Bundan bir süre evvel bulaşık makinesi diye bir şey yoktu. Evimize misafirler gelirdi, 8 kişi 10 kişi 20
kişi, bir yığın tabak çanak bulaşık birikir, hadi tek tek onları alıp iki saat misafir gittikten sonra onları yıkamakla uğraşırsınız. Veya işiniz gücünüz var bir an evvel yiyip gideceksiniz bi yere,
bulaşıklar var nolucak? Hani biz erkekler var ya erkekler bulaşık yıkamaz tabi. Kalır kadınların üstüne...
Düşünmüş, ya demiş “burda bu bulaşıklar, burda bu insanların çektiği eziyet.. şurda bi şey olsa da bu bulaşıkları kendi kendine yıkasa”… Nasıl bir şey olabilir? İşte bir
kasa olur, onun içine bu bulaşıkları koyarım, suyu da doldururum, oraya ilaç da atarım, sonra o suyun hareket etmesi lazım kendi kendine, onu hareket ettirecek bir güç koyarım oraya, o güç o suyu
hareket ettirir, bulaşıkları yıkar. Ama o hareket ettirecek şeye bir güç lazım. O zaman hareket ettirecek nesneyi dışardaki bir enerji kaynağına bağlarım, ordan enerji gelir, o suyu döndürür, yıkar
falan…
Ha bunu daha da geliştirmek lazım, neyse böyle birşeyi iyice oturup düşünüp projesini yapmış.
Şimdi bu makineyi imal etmek için yer lazım. O zaman demiş bu makinenin bu parçalarını, bu kazanını, şu motorunu, şu cereyan girdisini, şu ilaç kondusunu yapacak bi bant yapayım.
O bantın üstüne evvela bi kazanı koyayım, sonra motoru koyayım, sonra ötekini koyayım, ilerledikçe banttan, o onu koysun, bu bunu koysun, en
son da bu banttan bulaşık makinesi çıksın iş görsün.
ÖNCE TASARIM! Düşünce ve tasarım. Ondan sonra uygulamasına geçilmiş. Aşamalar, bantta yürüyor, imal ediliyor, insanların kullanımına sunuluyor.
Bulaşık makinesi deyin, çamaşır makinesi deyin, buzdolabı deyin, otomobil deyin, ne derseniz deyin hepsinin oluşum sistematiği aynıdır ; önce düşünce ve tasarım, o tasarımın geliştirilmesi
ve istenen amacın oluşması.
İnsan kainatın aynasıdır dedik ya, şimdi bu ayna olandan aynada görünene gidelim.
Varlığın orijinindeki tekillik. O tekillikteki sonsuz potansiyel. Sonsuz potansiyel, o tekillikteki sonsuz özelliğin açığa çıkmasını gerektiriyor. Eğer bir insanda –insana gene
dönelim- insanda bir potansiyel varsa, o potansiyelin getirdiği özellikler vardır ve o özellikleri bir şekilde ortaya koymak ister. Herkesin yaptığı budur, çünkü orijinin
aynasıdır.
Orijin, kendindeki sınırsız potansiyelden kaynaklanan sayısız özellikleri açığa çıkarmak noktasında, -evreni bir yana bırakalım insandan konuşuyoruz- her bir özelliğini, bir özellik
komplexini meydana getirmek üzere, İNSAN adı verilen bir potansiyeli tasavvur etmiş ve yaratmıştır.
Her birinin belirli bir yaratılış amacı vardır. Bunu bu amaçla yaratmıştır, bu işlevi yapsın diye,sonra bunu, her birimizi keza kendi ortaya koyduğu işlevi
meydana getirsin diye.
Çamaşır makinesi imalatından buzdolabı çıkmaz! Buzdolabı fabrikasından otomobil imal olmaz. Her bir birim ortaya koyduğu kendi özel işlevinin, özellikleriyle var olmuştur.Bu
özellikler hiçbirimizin kendi seçimi değildir. Her birimiz, Allah’ın bizi yaratmasındaki amacına göre yaratılmış varolmuşuz.
Şu anda dünya üzerinde, bu şekilde varken, biz imalat safhasındayız!
Ölüm dediğimiz bedensizlik noktasına kadar da imalatımız devam ediyor. İmalat sürecindeyiz!
BU İMALAT SÜRECİ İÇİNDE, BİZİM VAROLUŞ AMACIMIZ NEYSE, ONA GÖRE FORM ALMA ORTAMINDAYIZ.
Benim yaratılış amacıma göre alacağım formu, çevremdekiler SİZLER düzenliyorsunuz!
Bir odunu tornaya sokarsınız, bir yandan yontar, bir yandan keser, bir yandan biçer, bir yandan ezer, bir yandan cilalar, bir yandan parlatır,gibi, benim yaşadığım her olay, benim yaratılış amacıma,
hayata bakış açıma, ALLAH’ın benimle varlığa bakış açısına hazırlamak üzere alacağım DERSLERİ bana öğretir...
Sen beni üzersin, o sıkar, öteki bunaltır, öteki bilmem ne yapar. Bunlar, şimdi bakın bu kelimelerle anlattığım şeyler nedir? BENDEKİ KABULLERE DAYALI OLARAK beni
üzer, sıkar, bunaltır. Şimdi benim orijinal saf halime gelmem için bunlardan üzülmez, sıkılmaz, bunalmaz hale gelmem lazım. Hakikatımdaki
ALLAH’ı bulmak için. ALLAH üzülür mü , sıkılır mı?
ALLAH’ı bunlarla kayıt altına alabilir misin? Hayır!..
Senin hakikatın ALLAH olduğuna göre, hakikatın suretsiz, cinsiyetsiz varlık olduğuna göre, sende bu şuuru açığa çıkaracak şekilde hayatının
olaylarıyla karşılaşırsın. Eğer hakikatının gereği olan ALLAH’ı hissedip, idrak edip kavramak amacıyla yaratılmışsan!
Dolayısıyladır ki, senin var oluşunda sende mutlak kapanıklık meydana gelir. ALLAH BÜTÜN VARLIĞI KAİNATI MUDİL
İSMİNDEN YARATMIŞTIR. MUDİL İSMİNDEN YARATMASI DEMEK,
KENDİ HAKİKATINDAN GAFİL OLARAK, kendi hakikatını bilmez olarak, kendini bulunduğu madde suret yapıyla kabullenen olarak yaratmıştır. Bunu getirisi olarak da SAYISIZ KABULLERLE
DOLMUŞ KAPANMIŞ VAZİYETTESİN!
Şimdi sana ne kadar bilgi gelirse, o gelen bilgi oranında, karşılaştığın olaylar, seni üzülmez, sıkılmaz, yanmaz hale getirir. Bunu edinmen içindir. Çünkü biliyorsun ki, sendeki o
yanmanın sebebi “bu böyle olmalıdır”, sana girmiş olan bir şartlanma, bir kabul. Sana ait değil, dışarıdan beyne
girmiş, beynindeki özellikleri kapatan bir bilgi o!
Sen böyle olmalısın, bu olmalısın, bu illa böyle olur! BUNLARDAN ARINMAN GEREKİR. Karşılaştığın olayda, bu bilgi çok köklü olarak yerleşmiş beyne, yıllar içinde. Sizin şu anda beni,
dinleyip de burdan çıkıp, bu dediğimi anında uygulamanız mümkün değil.
Çünkü yıllardır o beyninize girmiş olan bilgiler, olay anında otomatik şak diye çıkacak ortaya, “hayır bu böyle olmaz”
“niye böyle oluyor, “olmamalı, istemiyorum!”
İşte “biz sizi defalarca deniycez, imtihan edicez” ayetlerinin anlatmak istediği olay budur.
Sen bu gerçek bilgiyi aldıktan sonra, nedir o gerçek bilgi? “karşındaki varlık ALLAH’ın varlığıdır”
ALLAH o karşındakini o amaçla o işi yapsın diye zaten öyle yaratmıştır. Sen onun öyle olmasını istediğin zaman, ALLAH’ın sistemine, yaratışına, amacına karşı
çıkıyosun. ALLAH’a diyosun ki “senin yaratışın böyle ama ben bunu beğenmiyorum,
sen bunu değiştir, bu benim istediğim gibi
olsun!”
İşte son zamanlarda twitlerde attığım ALLAH’IN ALLAH’LIĞINI KABUL EDİN!
ALLAH’lığını kabul etmediğin sürece yanmaya mahkumsun, hastalanmaya mahkumsun, depresyona girmeye mahkumsun!
Hastalık, depresyon, bunalım gibi kelimeler, dinde cehennem ateşi diye anlatılmıştır.
ALLAH’ın ALLAH’lığını kabul etmek, her birimi yaptığı işi yapması için yarattığını kabul etmektir.
Hiç kimse kendi kendini yaratmadı ki!! Hiçkimse ne anasını babasını seçti, ne doğacağı ülkeyi seçti, ne ırkını seçti, ne sülalesini seçti, ne dinini seçti, ne dünyasını, ne
galaksisini, hiçkimse hiç birşeyi seçmedi, herkes belli bir imalatın belli bir şuurun yaratışı sonucu!
O zaman makul olan ne?
Herkesi olduğu gibi kabullenmek!
O zaman bize düşen nedir?
Birbirimizi eleştirmek değil, birbirimize “ALLAH burada da bu şekilde bir düşünceyi, bakışı, hissiyatı, şuuru yaşattırıyor” gözüyle birbirimize
bakmak! ALLAH bu şekilde karşımızda açığa çıkıyor ve bize bu şekilde yüzünü gösteriyor diye bakmak!..
O yüzden bir hadiste diyor ki Rasulullah:
“Kıyamet günü mahşerde ALLAH insanlara inananlara en hoşlanmadığı, beğenmediği, en kerih bir şekilde gözükür. Büyük bir kısmı haşa, ‘sen bizim rabbimiz olamazsın’ der secde etmez. İkinci defa tekrar onlara başka bir şekilde görünür. ‘Ben sizin yüce ala rabbinizim’ der, onlar gene secde etmez, fakat her iki halde de içlerinden çok az bir azınlık ‘evet sen bizim rabbimizsin’ diyerek o en kötü çirkin hale secde ederler. Nihayet 3.defa bu kez herkesin hayaline tasavvuruna uygun bir şekilde tecelli eder, ‘Ben sizin yüce rabbinizim’ der, o zaman herkes secde eder.”
İşte, o her defasında secde edenler, dünyadayken ALLAH’ın ALLAH’lığını kabul edip
ALLAH’a secde etmiş olanlardır.
Dolayısıyla varlıkta birbirimize, AĞYAR GÖZÜYLE BAKMAYALIM!
Eğer DOSTU sevmek için gelmişsek bu dünyaya bize bu kolaylaşacaktır.
Bu bilgi beynimizde çözülecek, kavranacak ve yaşama dönüşecek, birbirimize baktığımızda birbirimizin yüzünde ALLAH’ı görecek ve onu
seveceğiz. ALLAH’la kucaklaşacağız, ALLAH’la bütünleşeceğiz.
Kin-nefret-haset-kıskançlık gibi duygular hayvaniyette eriyip gidecek, SURETSİZ AŞKI YAŞAMAYA
BAŞLAYACAĞIZ. AŞKLA BAKACAĞIZ !..
BAKTIĞIMIZIN GÖZLERİNDEN KALBİNE İNECEĞİZ. O KALPTE
ALLAH’TAN GAYRI YOK!
İşte ALLAH’I SEVMEK karşındakinin yüreğinde, kalbinde ALLAH’ı görmektir.
ALLAH hepimize bunu kolaylaştırsın nasip etsin!
Üstâd Ahmed Hulusi
29.01.2016, Antalya
Lütfen dikkat. Bu sohbet, bizatihi Üstâd Ahmed Hulusi´nin kendisinin yazmış olduğu bir sohbet değil. Üstâdın bir toplumda veya dostlar ortamında yapmış olduğu bu acıklama; sohbet, kendilerini gönülden dinleyen dostlar tarafından yazıya dökülmüşdür; başka insanlar da faydalansın diye. Yani sohbetin içeriği , manası Üstâda ait. Lakin yazi metni, sohbeti yazıya döken samimi dostlara ait. Bu vesile ile Sibel Tanyel Dostumuza sevgiler!
Sonuç: yazılımda hata; harf eksikliği veya misal ayetlerin yazılış şekli isabet değil ise; veya yazının genel uslubu Üstâda bire bire uymuyor ise, sebebini böylece acıklamış olduk.
ANASAYFA
veya
Sohbetlere dön (51-101)