OLAYLARA HÜKMEDEBİLMEK NASIL GERÇEKLEŞİR?
Senin terkibiyet hükmünden doğan belli bir tabiatın ve duygu alemin var. Bu da senin beşeriyetin. Varlık bu bürünmüş olduğu tabiat hükümleri ve duygular içinde yürüdüğü zaman, ister istemez terkiplik hükmünün sonucu olarak yaşamına devam eder. Bu arada tefekkür edebilir tahayyül edebilir düşünebilir müşehade edebilirsin, ancak bütün bunlar kendi terkibiyet hükmünü aşmak demek değildir!
Kendi varlığının hakikatını bilir, kendi varlığının isimlerle geldiğini bilir. Bu bilişiyle 'men arefe' sırrı denen, "nefsinin hakikatını bilen rabbının hakikatını bilir" hükmüyle rabbının ilahi isimler olduğunu bilir. Bu ilahi isimlerin hükmünün kendisinde yürüdüğünü görür. Kendisinin bu ilahi isimlerin varlığından başka birşey olmadığını müşehade eder. Fakat bütün müşehadesine rağmen gene de tabiat ve duygular kendisine hakimdir. Olaylar kendisine yön çizer kendisi olaylara yön çizemez. Çünkü onda hakim olan terkibiyettir!
Terkibiyet var olduğu sürece tâbi durumdadır. Tâbi olması hasabiyle de olaylar onun yönünü çizer. Burada olaylara tâbi olan, yarın cehennemde tâbi olarak meydana gelen olaylarla azaptadır. Burada olaylara yön çizebilen yarın cennettedir cehennemden kurtulur orda olaylara tâbi olmaktan çıkar çıkması hasabiyle de Allah onda her an yeni bir yaratıştadır dolayısı ile hali de cennettir! Aksi halde bu kişinin kendi nefsinin hakikatını bilmesi kendini bilmesi demek değildir!
Nefsinin hakikatını bilmesi rabbını bilmesidir. Kendi aslı ve zâtı olan Allah'ı bilebilmesi için mutlaka ve mutlaka kendi terkibiyet hükmünden çıkması, buda fiil aleminde olaylara yön verir duruma girmesi, tabiyatının ve duygularının istediği şeyleri terk etmesiyle mümkündür!
Tabiyatının ve duygularının istediği şeylere tâbi olması demek terkibiyetinden doğan davranışların kendisinden çıkması demektir. Bu şartlarda altında da onun bildiği ancak onun terkibinin hakikatı yani rabbıdır. Bu da onun cehennemini meydana getirir!
Olaylara tâbi olmak? Senin belli bir tabii terkibin varmı? Var. Bu tabii terkibin dediğimiz şey beyinde ki çeşitli manalara dönük açılımların sonucunda ve de şartlanmalar ile alışkanlıklar dediğimiz şeyleri meydana getiriyor mu? Bu şartlanmalar ve alışkanlıklar içerisinde belli olaylarla karşılaştığın anda o olaylara sen tabiyatın istikametinde, tabiyatın istikametiyle olmak kaydıyla, alışkanlığın neticesi olarak belli birer davranış ortaya koyuyormusun? Koyuyorsun. İşte bu ortaya koyduğun davranış, olayların sana hükmetmesi denen şeydir!
Peki olayların bana hükmetmesi değilde benim olaylara hükmetmem söz konusu olursa benim ne türlü davranmam gerekir??
Senin o türlü davranman gerekir ki, o davranış senin tabiyatının veya alışkanlığının veya şartlanmanın sonucu olmayıp, ilahi düzeni veya geçerli mekanizmayı müşehade ederek o anda o mekanizmanın senin birimselliğin açısından en uygun olan davranışını ortaya koydurtmandır! Senden çıkan bu davranış mekanizmanın çalışması işlevine göre senin yönünden senin saadetini gerektirecek biçimde olacaktır. Alışkanlığın yönünden şartlanman yönünden değil. Bu böyle olmadığı takdirde senin ortaya koyduğun davranış tabiyatının terkibinin gerektirdiği davranış olur ki, böylece de sen olaylara bakışında olaylara tâbi olmuş olursun.
SORU: "Hareketlerin Saadetin yönünde olacak derken?"
ÜSTAD: Dinin mânası senin saadetini meydana getirecek ilahi hükümler değilmiydi? Senin saadetin derken senin saadetinden kasıt nedir? Senin zatını ve sıfatını tanıman, ve belli terkip kayıtlarından kurtulman değilmiydi? Bu terkip kaydından senin kurtulman için de senin terkibinin gerektirdiği davranışları terk edip ilahi isimlerin genişliği içinde belli davranışları ortaya koymak değilmiydi gaye? İşte bu davranışı ancak sen ortaya koyabilirsen terkip zorlamasını kırmış terkip sınırlarını aşmış ilahi isimlerin genişliğinde ortaya bir davranış koymuş olursun!!!
Bu ortaya koyduğun davranış, olayların sana hükmetmesi değil, olaylara karşı senin ikinci bir yön vermen şeklinde değerlendirilir! Senin karşılaştığın bir olay var, bu olay senin bireysel mâna da herhangi bir maddi menfaatini veya dünyalık menfaatini veya herhangi bir toplumsal şartlanmaya uygun bir davranışa seni itekliyor...
YORUM: "Mesela bir arkadaşımız geldiği zaman ilk olarak ona merhaba ahmed mehmet vs derim. Bu benim normal davranışım."
ÜSTAD: Bu senin normal tâbiği şartlanman. Ahmed'e mehmed'e selam vereceksin pek tabi. Ama esselamun aleykum derken, selâm isminin mânasını idrak etmen gerekir. Selam ismi selamete çıkma manasındadır. Peki nerden selamete çıkma?? Terkip kayıtlarından selamete çıkma! Selam isminin mânası ilahi isimlerde yüzmek gezmek o mânalar içerisinde seyretme halidir. Ancak bu da Allah'ı bilmekle mümkün olur! Yani sen ona esselamun aleykum dediğin zaman, ona terkip kayıtlarından azade olmak kurtulmak selamete ermek mânasında bilinçli olarak bir temenniyle selam vermek olmalıdır! Bunu böyle yaptığın zaman bir şartlanma bir alışkanlık tabiyat terkibi söz konusu olmayıp şuurlu olarak ortaya koyduğun bil fiil ve karşındakine şuurlu olarak bir yöneliş teveccüh söz konusudur. Bu böyle olduğu zaman, işte o zaman olaya sen hükmetmiş olursun!!! Şuurlu olarak ve kendin yön vermek kaydıyla. Ama bu böyle olmayıp demin senin dediğin gibi olursa, o tabiyatının gerektirdiği şartlanmanın ortaya koyduğu bir alışkanlığın dile gelişidir. Bilmiyorum misalini verebildik mi?
YORUM: "Misal olarak Ziya çok hızlı araba kullanır. Ne yapması lazım, bunun tersi olarak yavaş kullanması lazım."
ÜSTAD: Tabi ki. Ziyanın alışkanlığı hızlı kullanmaktır. Ziyanın alışkanlığının ötesinde de tabiyatı onu o şekilde hızlı kullanmaya itmektedir. Onu dengelemesi için evvela yavaş kullanmaya alışacak. Yavaş kullanarak kendisini hızlı kullanmaya iten terkibinin kalıplarını genişletecek veya daraltacak. Onda hızlı kullanmayı meydana getiren terkip değilmi? Belli isimlerin ağırlığı değilmi? Bu isimlerin ağırlığını geriletmek, daha evvelki konuşmalarımızda ne dedik, sadece emirleri yerine getirmek değil, yasaklardan da kaçınmak diye sen ilave ettin! Aynı şekilde burada hızlı kullanmayı da meydana getiren onun tabiyatıdır. Buna karşın o arabayı yavaş kullanmaya kendini zorlayacak ve yavaş kullanmayı şuurlu yapacak. O zaten şuursuz olarak, mekanik olarak hızlı kullanıyor. Meleke olarak kullanıyor. Ama yavaş kullanmayı mecburen şuurlu kullanacak çünkü melekesine tabiyatına ters düşen bir olaya ancak şuurla bedene hakim olmak mümkündür. Şuur olmazsa bedene hakim olamazsın beden gene melekesi tabiyatı istikametinde hareket edecektir...
Üstad Ahmed Hulûsi
Lütfen dikkat. Bu sohbet, bizatihi Üstâd Ahmed Hulusi´nin kendisinin yazmış olduğu bir sohbet değil. Üstâdın bir toplumda veya dostlar ortamında yapmış olduğu bu acıklama; sohbet, kendilerini gönülden dinleyen dostlar tarafından yazıya dökülmüşdür; başka insanlar da faydalansın diye. Yani sohbetin içeriği , manası Üstâda ait. Lakin yazi metni, sohbeti yazıya döken samimi dostlara ait.
Sonuç: yazılımda hata; harf eksikliği veya misal ayetlerin yazılış şekli isabet değil ise; veya yazının genel uslubu Üstâda bire bire uymuyor ise, sebebini böylece acıklamış olduk.
ANASAYFA
veya
SOHBETLERE DÖN