HAKİKATI MUHAMMEDİĞİNİN AYNASI KALPTEKİ FUAT NOKTASIDIR...
"Şuur dediğimiz şey,kalpte mevcut olan birşeydir.Beyinde değil!!!
Kur'an, beyni ve kalbi ayırır. Beyni, nefs diye tanımlar. Şuuru kalp diye tanımlar. Nitekim son yapılan çalışmalar, kalpte de neronların olduğunu ortaya çıkarmıştır. Beyne göre çok cüzzi mahdut sayıdadır kalpteki nöronlar ama zaten fazlasınada gerek yoktur çünkü kalbin işlevi beyininki gibi değildir. Şuur tamamen kalbe has bir olaydır.
"İnsani mana şuurdan meydana gelir". Nefs adı verilmiş olan bilinç, benlik dediğimiz şeydir. Bu benlikte, genetik yoldan gelen bilgiler artı yaşadığı toplumun şartlandırmaları değer yargıları duygular ve Astrolojik etkilerin beyinde meydana getirdiği uyarılar bütünüdür.
Fakat kalp ise, özellikle deruni itibarıyla Fuat adını alan zerre (kalp'te bir zerredir), "o zerre küllün aynasıdır". Hakikati Muhammediğinin aynası kalpteki Fuat noktasıdır. O noktada yansıyan esma-i külliha şuura tenezzül ettiği zaman, inzal olan bilgi, diye tanımlıyoruz. İnzal olan hakikat bilgisi.
Nebiler ve Resullerde ve diğer Evliyaullahta bu olay meydana gelir. Genel olarak İnsanlar bilincleriyle yaşarlar. Hassaten insan kavramı Özel anlamıyla şuurdan bahseder. Kuran'da iki tür insan anlatımı vardır.
Bizim insansı dediğimizdende bahseder, insandanda bahseder.
İnsan üzerinden öyle bir zaman geçmiştirki o zaman adı anılmazdı'daki insan, şuurda açığa çıkan, insanı Kamil diye tanımladığımız Hakikati Muhammediye yansımasıdır. Buna mukabil, "genel manadaki insansa bir bilinç varlıktır. Bu bilinç varlık benlikle yaşar, hayvani bir yaşam içerisindedir, sahip olma duygusu vardır, bilincin aklı vardır, bilincin zekası vardır, bilinçte fikir vardır, bilinçte hayal vardır, bilinçte idrak vardır, bilincin kuvveleridir bunlar. Arşı taşıyan 8 melek diye bahsedilen bu 8 kuvve bilince aittir".
Bilinç bunları nefsaniyeti doğrultusunda hayvaniyetine dönük olarak kullanmaktadır. Bilinçteki akıl gücünün iman etme kapasitesi ve gücü vardır. Çünkü akıl birşeyi birşeye bağlıyarak bir sonuç ortaya çıkarma özelliğidir. Dolayısıyladır ki, velayet risalet kanalından gelen bilgileri mantığına muhakemesine vurarak, akıl yoluyla kabul edip iman etme şansına sahiptir. Bilinç iman eder. İman eden bilinç mülhimeye kadar yükselir. Bilinç akıl yoluyla varlığın tekliğini kabul eder. Ve kabulunun sonucundada tekliği bilincine verir nefsine verir ve firavun olur...
Musa'ya karşı Firavun'un ben sizin rabbinizim demesi, bilincin çok yüksek ve güçlü bir akılla hakikat bilgisini elde ederek rablığı nefsaniyetine birimselliğine bedenine hast etmesi yaşamıdır. Buraya geldikten sonra buraya çıkan yapı burda kalmaz burdan emmareye döner muhakkak eğer Mutmaine kapısı açılmazsa.
Çünkü bu bilgi onda nefsaniyete dönük bir biçimde açığa çıkacağı için, sorumsuz bir şekilde bedene dönük dilediğini yapmaya başlar, bedene dönük nefsaniyet arzular istekler ihtiraslar peşinde koşmaya başlar, herşeyi kendisine mübah görür, ve nefsi emmarede yaşamaya başlar. Buna mukabil şuursa, esma mertebesinden kalp aynasına yansıyan müşehade halini yaşamıyla birimselliksiz hakikati yaşar.
Çünkü esma hakikati doğmamış ve doğrulmamıştır. Sonsuz sınırsız vahidul ahadus samed'tir.
O boyutta kişilik yoktur. Ferd'tir..."
Üstad Ahmed Hulusi
Lütfen dikkat. Bu sohbet, bizatihi Üstâd Ahmed Hulusi´nin kendisinin yazmış olduğu bir sohbet değil. Üstâdın bir toplumda veya dostlar ortamında yapmış olduğu bu acıklama; sohbet, kendilerini gönülden dinleyen dostlar tarafından yazıya dökülmüşdür; başka insanlar da faydalansın diye. Yani sohbetin içeriği , manası Üstâda ait. Lakin yazi metni, sohbeti yazıya döken samimi dostlara ait.
Sonuç: yazılımda hata; harf eksikliği veya misal ayetlerin yazılış şekli isabet değil ise; veya yazının genel uslubu Üstâda bire bire uymuyor ise, sebebini böylece acıklamış olduk.
ANASAYFA
veya
SOHBETLERE DÖN