Sohbet -82-
ÜSTAD AHMED HULÛSİ ve İSTİFARIN HAKİKATI OLAN İMAN NOKTASI ÜZERİNE...
"Allah rahmet etsin sene 1964'te 19 yaşında Gönenli Mehmet Efendiye gitmiştim, ona getirip para veriyorlardı bana da bir zarf uzattı: "Al buda senin hakkın!" dedi.
Tabi bilmiyorum ne olduğunu açtım zarfı baktım içinde 30 lira var...
Bende aldım o 30 lirayı doğru gittim bir ilmihal aldım. Yani demek istediğim, benim en parasız yoksul olduğum bir devre, var olan bütün paramı varımı yoğumu kitaplara döküyorum ki birşeyler öğreneyim diye. Geçmiş günler işte, Allah'ın tecellileri ve yaşantıları...
Şimdi burda enteresan bir olay var. Ben o zaman 63-64 senesinde Gönenli hocayla tanıştım bir vasıtayla, ki o da maneviyat ehlinden bir zattı. Ricali Gayb'tan bir zattı Gönenli Mehmet Efendi.
O beni Hacı Osman Efendiye yolladı. Ben Gönenliye birtakım şeyler soruyordum, benim sorularımda acayip sorulardı tabi. Dedi: "Olsa olsa senin işini Osman Efendi görür, sen ona git!" Onun üzerine beni Hacı Osman Efendiye o yolladı. Hacı Osman Efendiyle de epey bi yakınlığım oldu, nakşibendilik üzerinden ders aldım ondan. Ondan sonra Osman Efendi'den öğrendiklerimle 64 senesinde ilk dua kitabını yazdım. İlk dua kitabını çıkarttım.
Onun telif hakkını aldım. Çünkü telif hakkı nedir bilmiyorum, gittim kitapçıya: "Kitabı basarmısın dedim?" "Peki!" dedi, "ben sana 2000 lira vereyim sen şu kağıdı imzala bana bırak ben basayım" dedi, "bundan sonrasını bana bırak" dedi. "Peki!" dedim aldım. Ondan sonra ben o 2000 liranın üstüne anneminde biriktirdiği 2000 lira vardı onu da aldım ekledim ve o 4000 lirayla 65 senesinin Ocak ayında hacca gittim.
Haçtan döndükten sonra Ramazan ayında Cerrahpaşa caminde intikafa girdim. 19 yasında bir cocuk camide gece intikafa giriyor düşünebiliyormusun, herkez yatsıda gidiyor yukarda tabutların olduğu bir oda var orda odaya çekiliyorum orda işte zikir namaz tefekkür vs, gün geçiriyorum...
Neyse bu şekilde 15 gün geçti akşamları yatsıda herkez gittikten sonra annem caminin kapısına bir tabakta zeytin ekmek getiriyor ve ben onu yiyiyorum, yine bi akşam getirirken dediki:
"Ya senin adın çıktı bütün Cerrahpaşa da, genç bir evliya varmış camide itikafa girmiş diyorlar!" dedi. "Eyvaaah benim adım çıkmış bu iş bozuldu!" dedim. Onun üzerine itikaftan çıktım bu sefer aradan birkaç ay geçti evde odaya kapandım. Sadece tuvalet için birde abdest almak için dışarı çıkıyorum 4 ay. Sadece akşamları iftarımı açıyorum, bir bardak çay biraz ekmek azcık peynir o kadar. O arada bütün tasavvuf kitaplarını aldım içeri odaya, Muhiddin Arabi'nin Abdul Kadir Geylaninin ve diğer zevatların. Ve onların okunması tefekkürü ile her gece tespih namazı kılıyorum sabah namazına kadar.
İşte o namazlarda secde de varlığın o sonsuzluğu gibi şeyler açılmaya başladı şok oldum...
Ve böyle bir 4 aylık odaya kapanışın bir takım hissediş ve açılımları oluştu. Daha sonra işte "Tecelliyat"ı yazdım. 20 yaşında askerdeyken "Tecelliyat"ı yazdım. Askere gittiğimde beni Nato'ya verdiler ingilizce biliyorum diye. Orda birazda din tarafım duyulmuş onun içinde aktif göreve vermediler boş bir tesise verdiler sen burda nöbetcilik yap diye bende orda oturuyordum 8 saat, "Dosttan Dosta"yla "Tecelliyat"ı orda yazdım. O zaman ki hikayeler işte...
Diyicem şu ki: eğer birtakım şeyleri açıcaksa, onun kolaylaşmasını sağlayacak fiilleride kolaylaştırıyor ve nasip ediyor. Yani yapmadan olmaz, velakin yapmakla olmaz!!!...
Nasipse kolaylaştırıyor yapılacak şeyleri yaptırtıyor ve yaşattırıyor. Nasip etmeyecekse ise, bin türlü bahane engel çıkartıyor yaptırtmıyor, daha sonra işte ben yapmadım da onun için olmadı diyor pişman oluyor...
SORU: "Açığa çıkması nasip olmadığı halde, konuya aşinalık ve konuyu sevmek mümkün olabilir mi?"
ÜSTAD: Elbette. Sen renklere baktığın zaman bir renk bitiyor pat diye öbür renkmi başlıyor, yoksa renk geçişlerimi var? Yaşam tümüyle renk geçişleridir. Notaların makamların renk geçişleri yokmu? E dolayısıyla yaşamda da hertürlü geçiş var. Yaşam siyah ve beyazdan ibaret değil... Onun için biz yapabildiğimizi yapıcaz. Nasibimizdeki varsa açığa çıkacak, diyerekte böylece beşeriyetin çukurlarında iki kulaç daha atıcaz!!!
SORU: "Veya nasib olduğu kadar açığa çıkacak?"
ÜSTAD: Dediğin zaman orda bir kulaç daha atmış olucan!!! Bunlar değil senin lafın. Senin işin noktadan varlığın tümünü seyretmeye çalışmak. O noktanın kendinde olduğuna iman etmek. O noktanın kendinde olduğuna iman ettikten sonrada o noktadan her an varlığı seyretmek. O noktadan her an varlığı seyrettiğin zaman zaten kişilerdi dünyaydı ahireti vs, gibi kavramlar kalmaz... Bu kavramlar geldimi kafana bil ki noktaya olan imanını yitirdin.
SORU: "Veya gaflete düştük, istiğfara çekmek lazım!"
ÜSTAD: İstifar ederek daha güzel bir şirk işlersin!!! Tek şansın, istiğfarın hakikatı o iman noktasında kendini bulup hissetmektir. O İMAN NOKTASINDA KENDİNİ BULDUĞUN ANDA Kİ HALİN SENİN İSTİFARINDIR ZATEN!
SORU: "Bundan önceki gafletli zamanların özürümü oluyor bu?"
ÜSTAD: Gayet tabi. Her namaz kendisinden önceki namazla arasındaki günahları siler demiyormu? Ee? Sen şimdi bunu öğle namazıyla ikindi namazı arası diyemi anlıyorsun canım?? AAAH AH. Bak vech kelimesini izah ettim. Vecih nedir? Suratmıdır yüzmüdür? Algılanan varlığın hakikat noktasıdır !!! Bu anlam üzerine olayı yürütmek gerekir.
Namaz nedir peki? Namaz miracı gerçekleştirerek kendindeki rububiyet noktasında kendini hissetmek demektir. Sen kendini o rububiyet noktasında hissettiğin anda namazdasın. Bunu hissetmediğin sürecede jimnastik yapıyorsundur. Şimdi iki namaz arasındaki günahları siler demek ne demek?? Günah olarak senin benliğin sana yeter demiyorlar mı? İki namaz Rububiyet noktasında kendini bulup hissetmen değilmi? Eee.. dolayısı ile rububiyet noktasında kendini bulup hissettiğin zaman dağlar kadar olan benlik günahın silinir yok olur gider demektir..."
Üstad Ahmed Hulûsi
Lütfen dikkat. Bu sohbet, bizatihi Üstâd Ahmed Hulusi´nin kendisinin yazmış olduğu bir sohbet değil. Üstâdın bir toplumda veya dostlar ortamında yapmış olduğu bu acıklama; sohbet, kendilerini gönülden dinleyen dostlar tarafından yazıya dökülmüşdür; başka insanlar da faydalansın diye. Yani sohbetin içeriği , manası Üstâda ait. Lakin yazi metni, sohbeti yazıya döken samimi dostlara ait.
Sonuç: yazılımda hata; harf eksikliği veya misal ayetlerin yazılış şekli isabet değil ise; veya yazının genel uslubu Üstâda bire bire uymuyor ise, sebebini böylece acıklamış olduk.