Sen´im BEN!... Sen, diye bakma bana! Sendeyim!"
Sen´im BEN!...Sen, diye bakma bana! Sendeyim!"                         

Sohbet -84-

 

"Türkiye de şeriat devleti kurulabilir mi?"

 

"Bugün bir misafirim vardı. Ankaradan devlet erkanından biri. Konuyu özetlemek gerekti ve özetleme işi de şurdan başladı:

 

Türkiye de şeriat devleti kurulabilir mi kurulmalımı? Soru bu...

 

Net ve kesin cevap verdim. Ne Türkiye de ne de dünyanın herhangi bir ülkesinde şeriat devleti kurulamaz, kuruldu denilse bile bu fake dir gerçek değildir çünkü şeriat devleti olmaz.

Çünkü din ferde gelmiştir! Ferdi ilgilendirir...

 

Ölüm ötesi sonsuz yaşam ferde aittir. Devletin ölüm ötesinde bakası yoktur. Dünyaya ait bir olaydır ve de devlet hesap verecek değildir. Ferdler Rasulallahın bildirdiklerine göre yaşayabilir veya yaşayamaz bunun sonuçlarını da sonsuza dek yaşar. Ama devlet için böyle bir olay söz konusu değildir. İşin bir yanı bu. İşin 2.yanı; bu işin olmazlığının 2.yanı da şu:

 

Rasulallahın gelip te bildirdiği hükümler ve Kurandaki şunu yapın veya bunu yapın gibi kişiye yönelik teklifler çok mahdut sayıdadır! 100-200 dür. Halbuki bugünün toplumunda insanların yaşamında onları ilgilendiren konular onbinler le dir!! Bu onbinlerle ilgili sorulara direk olarak kuranda cevap yoktur. Rasulallah ta cevap yoktur çünkü bunlar bugün ortaya çıkmış konulardır. Bu konulara cevap vermek ve hüküm vermek senin gibi benim gibi belli okullarda belli konularla şartlandırılmış kişilere düşer. Bu kişilerde din adına Rasulallah adına konuşma yetkisine sahip değildir onların yaptıkları yorumlar bizatihi kendilerini bağlar başkalarını bağlamaz. Bu tür içtihat denen yorumlara hiç kimse tabii olmak zorunda değildir. Onların yorumları devletin hükümleri ve kanunları olarak algılanıp kullanılamaz değerlendirilemez. Düşünün ki bugün Sünnilik var Şiilik var Alevilik var gibi anadalar ve bunların her birinin kendi içinde sayısız bölüntüleri var. Velev ki böyle bir devlet çıktı Şiiliğe göre ben oldum dedi veya Sünniliğe göre ben oldum dedi sünniliğin hangi mezhepine veya hangi tarikatına göre o olaya bakılacak hüküm verilecektir? Nakşiliğe göre mi Kadiriliğe göre mi Rufailiğe göre mi Hanifiliğe göre mi Hanbeliğe göre mi? Yani bu işin sonu gelmez dolayısıyle hep dini anlamda bir devlet olmaz din zaten ölüm ötesi yaşamı olan ferde insana gelmiştir. Ve , insan Rasulallahtan kendisine ulaşan bilgiler ve Kuran hükümlerine göre kendi yolunu kendi rotasını kendi çizer kendi inancının gereğini dilediği gibi yaşar bunun sonuçlarını da ebediyen yaşar çünkü herkez kendi elleriyle yaptıklarının sonucunu yaşıycaktır. Kuran hükmüdür.

 

1.olay bu bunu anlatmağa çalıştım...

Ondan sonra 2.konuya geçtim sünnet nedir?

 

Sünneti Rasulallah sünneti diye bize empoze edilen anlatılan şey Rasulallah cüppe giyerdi şöyle sakalı vardı şöyle yerde oturdu vs. . şimdi düşünün ki Rasulullah as vesselam kureyşlilerin, kureyşli müşriklerin arasında doğdu ve büyüdü. 40 yaşına kadar Rasulallah olana kadar

Allah Resulü olana kadar Allah Nebisi olana kadar kureyşli putperest müşriklerin arasında doğdu büyüdü. Öyle ki Kabe deki putlara tapıyorlardı kız çocuklarını diri diri kuma gömüyorlardı yaşamasın başka erkeklerle beraber olmasın bizim namusumuza laf gelmesin anlayışında, içinde olanlar ve onların arasında doğmuş büyümüs olan Rasulallah (sav) onların giydiği kıyafeti giydi onlar gibi sarık sardı onlar gibi sakal bıraktı şeklen onlar gibi yaşadı ve onlar da onun davranışlarına yaşamına bakarak: "sende bizim gibi yiyip içen çarşı Pazar dolaşan bizden farksız bir insansın!" dediler.

 

Rasulallah Allah Nebisi olduktan sonrada kıyafetini değiştirmedi sarığını çıkarmadı sakalını kesmedi veya onlardan farklı bir şey yapmadı davranış olarak.

 

Sadece Allah hükmünce yasak olanları yapmadı teklif edilenleri yerine getirdi. Ahirete dönük olarak dünyasal hükümler denen şeyler hepside zaten ahirete dönüktür şimdi burada sünnet ne? Sünnet Rasulallah uygulaması ise,  eğer sünnet kelimesiyle anlatılan olay hz Rasulallah as vs uygulamasıysa eğer, onun uygulaması örf adet olarak ahiret yaşamına zarar vermiyecek konulara içinde bulunduğu topluma uymaktır. İçinde bulunduğu toplum gibi yaşamak ve davranmaktır.Gyinmektir. Çünkü Nebi ve Resul olduktan sonra değiştirmedi bunları!! Dolayısıyla bugün bir takım kişilerin çıkıp ta biz Rasulallah sünnetine uyuyoruz derken farkında olmadan kureyşli müşrik putperestlerin sünnetine uyuyoruz diyorlar fakat bilincinde değiler. Rasulallah bunları yapmanın bir mazeret ,bir engel tanımayacağını din olayını yaşamada bir engel tanımayacağını, şeklin bu konuda önemli olmadığını esasında bizlere göstermiştir. Onların genel adetlerine uymak suretiyle çünkü zaten eğer siz bir takım insanlara bir şeyler vermek istiyorsanız onlar tarafından yadırganıp itilmemelisiniz! Onun farklılığı onların kıyafetini değiştirmek şekillerini değiştirmek değil ,kafa yapılarını değiştirmek inanç yanlışlarını düzeltmek doğrultmak bu sebeb ten dolayıda onlara bu gibi konularda uydu aykırılık yapmadı ve onlara işin doğrusunu anlatmaya çalıştı. Demek ki bugün Sünnet içinde yaşadığınız toplumun örf ve adetlerine uymaktır.

 

Suudi Arabistan da yaşıyorsan oradakilere uyarsın entari giyersin. Daha başka bir ülkede yaşıyorsan Afganistan da yaşıyorsan oranın yerel kıyafetine uyar öyle yaşarsın Amerika da yaşıyorsan oranın yerel kıyafetine uyar öyle yaşarsın işte bu Sünneti Rasulallahtır!!

 

Gelelim 2.konuya anlattığım:

 

3.ana temel konuda Kuranın Ruhu konusuydu. Karşımdaki zat mülkiye kökenli ve de hukukçu olan bir zat hukuk mekanizması içinde yeri ve görevi olan bir zat. Dolayısıyle anlattığım konuyu çok rahat algıladı; şimdi bir konuyla ilgili bir kanun çıkarmak gerekiyorsa önce neden buna ihtiyaç duyuluyor bu ele alınır. Bu ihtiyaca göre olayı nasıl kelimelere dökerek şekillendiririz biçimlendiririz. Ondan sonra o ihtiyaca cevap verecek konu uygun cümlelere dökülür. Kelimeler oluşur ve kanunun şekli meydana gelir sureti meydana gelir. Kanunun bu yazılı metni kanunun suretidir. Kanunun o suretin oluşmasına sebeb olan amaç ise kanunun ruhudur. Hakim böyle bir konu karşısına geldiği zaman yargıda bulunmadan evvel o konuyla elindeki kanunun ruhuna bakar. Eğer kanunun ruhuna bakmak gibi bir gerek olmasa yargılayıcılar elektronik yargılayıcı olur bilgisayar eşliğinde çalışan elektronik yargılayıcı olur lafza göre bakarak karşısındakine hüküm verir. Sen buna böyle uydun uymadın yaptın yapmadın diyerek bunun karşılığı neyse onu bildirir. Halbuki elektronik yargılayıcı hiçbir zaman olmaz çünkü karşısındaki kişinin o olayla ne kadar ve ne şekilde bütünleştiğini görmek düşünmek gerekir. Bunu düşünüp görmek içinde yapılacak iş kanunun ruhu ile ruhuna göre o kişinin davranış veya fiilinin karşılaştırması yapılır o kanunun ruhu ışığında o kişi hakkında gereken yargıda bulunulur hüküm verilir. Demek ki bir kanunda esas kanunun ruhudur suretinden öte, o yüzden yargıya ihtiyaç vardır elektronik yargılayıcıların dışında...

 

Şimdi gelelim Kurana. Kuranda belirtilmiş olan hükümlerde Kuranın Ruhu ışığında ele alınarak değerlendirilmesi gerekir. Ele alalım en hassas konulardan birisi kadın konusu. Kuranın hükümleri gelmeden evvel o ortamda kadının yeri bir hiç di. Kadın alınıp satılan bir meta’y dı bir erkek parasına güvenip parası kadarıyla dilediği kadar kadın alıyordu istediğini karısı yapıyor istediğini cariye köle adı altında kullanıyordu erkek ölünce kadın çocuklarına miras olarak kalıyordu veya bir başkası satın alıyordu…Karmakarışık bir ortam. Şimdi böyle bir ortamdayken Kuran korkunç bir devrim yapmış yaşam biçimine korkunç bir devrim getirmiş erkeklerin bu tür davranış ve haklarını sınırlamış, siz dilediğiniz kadar kadın alamazsınız, kadın alınıp satılan bir meta dildir, kadında sizin gibi bir ,insandır en fazla 4 es alabilirsiniz sınırlamasını getirmiş bunun ötesinde tek eşle kalırsanız sizin için daha hayırlıdır uyarısını da yaparak ulaşılması gereken hedefi göstermiştir. Şimdi işte bu olaya bu perspektifle baktığınız zaman Kuranın bu konudaki Ruhunu görmüş olursunuz. Bu konudaki ayetlerin ruhunu görmüş olurunuz. Eğer iyi anlarsak o zaman bir çok konuda bu anlayış bize ışık tutar. Kuranın neyi nereden alıp nereye getirdiği ve nereye ulaşılması gerektiği hedefini göstermesi, işte dünyada en büyük devrim Kuranın Ruhunu gelişmiş insanlar tarafından anlaşılmasıyla mümkün olacaktır...

 

Yani Kuranın lafzı biraz evvel anlattığım gibi kelimelerin suretidir, ama o kelimeler hangi amaca dönük neyi hedefleyerek geliştirilmiş ve ortaya konmuştur bunu anlamak önemli. Eğer bunu anlarsak o zaman Kuranın kıyamete kadar niye geçerli olduğunu fark edeceğiz ayetler kelime suretleriyle anlaşıldığı takdirde devriyle bloke olur, Kuran Ruhuyla anlaşıldığı zaman kıyamete kadar geçerli ana sistemi ve mekanizmayı bildirir. Müslümanlık çok kötü durumda niye böyle vs sebeb Kuranı kelimelerle suretle bloke edip bir dönem bir ülke ve bir kabile yaşamına siz bloke ettiniz. Dünya üstünde yaşayan sayısız ırklar türler cinsler ve onların kendilerine özgü yaşamları söz konusuyken siz Arabistan da ki 400-1000 sene 1400 sene önceki kıyafeti getirip bugüne monte edip, bugünün İsveç ine Avrupa sına Amerika sına avusturalya sına çinine Japon una uygulatmaya kalktınız gardrop Müslümanlığı oluşturdunuz. Olayı şekle bağladınız siz şöyle giyinmiyorsanız müslüman değillsiniz noktasına girdiniz ve bu kadar giyinmeyen insanı islamın dışına ittiniz. Halbuki olayın ana ruhunu anlasak bilakis onları oldukları gibi yaşadıkları gibi oturup kalktıkları gibi kıyafetleri ile hiç değişmeden benimsiyeceğiz bütünlüyeceğiz kucaklıyacağız ve onlar artık şekil kavgasını bırakacak işin düşünsel yanını ele alarak inançsal yanını ele alarak konunun derinliğine girecek ler ve islamı benimsiyecekler çünkü aklın ve mantığın kabul edeceği gerçekler bildirilmiştir Rasulallah tarafından; işte bu konuyu da anlattım. Bu konuyu da anlatınca olayın ana çercevesi ve kuranın bugün daha geçerli olduğu olayın devlet işi değil ferd işi olduğu belirginleşti. Tabii dilim döndüğünce kapasitem kadarıyla anlattım ama benden çok daha iyi olayı anlatanlar da var.

Şimdi bundan sonra olayın kişiyi ilgilendiren yanına sıra geldi. Kişiyi ilgilendiren yanına gelince, şunu da konuştuk: şu bedenim benim yer içer uyur sex yapar böylece yaşamını devam ettirir.bu bedenim itibariyle yeryüzündeki diğer hayvanların hiçbirinden farkım yok.

Onlarda yiyorlar içiyorlar çiftleşiyorlar ürüyorlar devam ede gidiyor.yani bedenim itibariyle biyolojik bir hayvanım öbür yandan bir beynim var bu beynimde çeşitli fikirler oluşuyor.beynime çeşitli bilgiler geliyor bu bilgileri ben alıyorum aldığım o bilgilere göre de karşılaştığım şeyleri değerlendiriyorum.bana kendini bir tarif et deseler nasıl tarif ederim?"

 

İşte akıllıyım veya akılsızım, cömert im veya cimriyim vs…çeşitli vasıflarımı ortaya koyarım.

Değer yargılarım var. Ben dediğim zaman bütün bunların toplamı oluşumu. Şimdi dünyaya geldiğimiz zaman ana karnında aldığımız etkileri de bir yana koyarsak ilk oluşum olduğumuz andan itibaren bir 0 hard diskle geliyoruz. Bu hard diske ana rahmindeki sevgi dokunuşlarından hitaplardan başlayarak doğduğundan itibaren annenin babanın verdiği veriler beyne girmeye başlıyor hard diskte bilgiler oluşuyor. Bu bilgilere daha sonra aile çevresinden gelen yüklemeler bindiriliyor. Daha sonra okullardan yüklenen bilgiler giriyor ki orası en tehlikeli ve felaket yani, çünkü okula gittiğin zaman okul sana, hoca sana diyor ki bu işin doğrusu budur!?..

"Bunu böylece kabul edecektin ve seni imtihan edicem imtihanda benim dediklerimi aynen yazarsan sana 10 vericem bunun ne kadar eksiğini benim dediklerimin ne kadar eksiğini de yazarsan ona göre de puan kırıcam!" diyor. Kozaların sana ne öğretiyosa ne yüklüyorsa bindiriyosra onları kabul etmek zorundasın çünkü ileriye gitmek hevesindesin ileriye gitmek içinde sana yüklenen şartlanmaları kabul etmek zorundasın. Hocanın dediği her şey doğrumu? Hocanın dediği her şey ne kadar doğru? Amerika daki hocanın öğrettiği başka Endonezya daki hocanın öğrettiği başka çin deki hocanın öğrettiği başka afrikanın göbeğindeki hocanın öğrettiği başka...
Doğru bir tanedir!

10 tane 100 tane doğru olmaz! Hepsininki birbirinden farklı şeylere doğru değer diye yüklüyorsa o zaman bunların hangi biri doğru veya hepsi mi yanlış? Gelen bilgiler o kişiyi belli bilgilerele şartlandırmaktır programlamaktır,bir android oluşturmaktır. İşte aileden geliyor okuldan geliyor daha sonra sürekli medya ile yüzyüzesin medya sürekli kendi bombardımanını yapıyor ordan veriler giriyor ve daha sonrada sen düşünüyorum dediğin zaman dışardan gelen her veriyi sendeki veri tabanına göre analiz ve sentez yaparak sende bir fikir açığa çıkıyor öyle düşünüyorum diyosun... , şimdi burada
mekanik bir sistem işliyor. Bir veri tabanı dışarıdan oluşturuluyor. Bu veri tabanına sürekli dışardan gelen veriler analiz yapılıyor sentez yapılıyor ve bunu sonucu dışarıya yansıyor. Dışardan gelen dışsallıkla dönen bir döngü!!..

Peki bilgisayardaki hardiske format attığın gibi sana format atsam da şu anda sendeki bütün bilgileri delete etsem veya erase edebilsem silebilsem bir daha meydana gelmicek şekilde yok edebilsem ben kelimesini kullanabilir misin? Kullandığın zaman beni bana nasıl tarif edersin? Ben ini bana nasıl tarif edersin bu erase den sonra? Edemezsin! Ne kalır geride? "
Hiç!"..
 

"Hiç" de ben bile olmaz! "Hiç" de ben bile olmaz!!.. "Hiç" de ben bile olmaz!!!…

Ama gene de varsın... Gene de varsın! Öyleyse sen bu biyolojik hayvan olmadığın gibi dışsallığın kabul edip oluşturduğu bu ben de değilsin! Bu mental yapı da değilsin! Eskilerin ifadesiyle bu bilinç, benlik yapı, nefs de değilsin. Bu "ene" de değilsin. Peki sen nesin?

Geldi iş buraya dayandı. Sen nesin? Eeh.. bu sen nesin cevabını vermek için şimdi başka bir alana dalıcaz orayı görüceyiz orayı gördüğümüz zamanda bunun cevabı da önümüze gelmiş olucak. Nedir o alan? Bakıyosunuz bana, beni görüyosunuz. Görüyorum seni diyosunuz..
Bu gördüğünüz nesne beyninize gelmiyor, ben burada oturuyorum, şurda bu lambalar yandı bu lambalardan gelen ışık benim bedenime çarpıyor benden yansıyarak çeşitli dalga boyları halinde gözbebeğinize geliyor, gözbebeğinizden sarı noktaya yansıyor ordan bir elektrik dalgasına çevriliyor ve sarı noktadan beyne bir elektrik dalgası, bir elektrik dalgası değil
sayısız elektrik dalgası giriyor! Beyin bu elektrik dalgasını kendi veri tabanına göre çözüyor, çözdükten sonra şöyle bir varlık var karşımda diye düşünüyor. Bu kelimelerin anlamı da çok farklı. Burda evvela bir noktayı algılayalım. Gözün görme sınırı cm nin onbinde 4ü ile 7si arasındaki dalgalar. 4000ila 7000 angstromlük dalga boyları insanın gözbebeğinden beyne ulaşıyor, insan için konuşuyoruz, insan denen bu yapı için. Halbuki km lerce uzunluktaki dalga boyları var evrende cm nin milyarda biri kadar olan dalga boyları var evrende. Ve bu bir basamaklar dizisi. Ordan buraya inen sayısız dalgalardan oluşan bir evren. Bu evrende bu yapıda bizim görüyorum dediğimiz zaman gördüğümüz şey cm nin onbinde 4ü ile cm nin onbinde 7 si arası. Şimdi korkunç dalgalar skalasını düşünün aradaki gördüğünüzü bir düşünün? 

 

Önünüzde korkunç bir duvar o duvarın üstünde jilet kalınlığında böyle bir kesik ordan bakıyoruz. Ordan görebildiğimiz kadarını görüyoruz. Eğer şu gözün görme alanı onbinde 4 değilde binde 4 olsa onbinde 3 olsa alt sınır da, o aradaki alanın genişleme dolayısıyle belkide şu anda göremediğimiz sayısız dalga boyları gözünüzden beyne ulaşıcak  ve bu odada parmağımızı oynatıcak yer yok diye konuşmaya başlıycaz! Göz içinde, böyle kulak içinde böyle. O da 16,000 herz arasını algılıyor. Oradaki dalga boylarının sayısı. Yani bu skaladaki bir alandan gelen çok dar bir alan. Şimdi kapasitemiz bu. İşte bunun içindir ki Kuran diyor ki aklınızı kullanın ve ilmi değerlendirin diyor gördüğünüzle sınırlamayın kendinizi diyor. Onun içinde diyor ki: "Kaldır kafanı göğe bak!" ne görüceksin? Geceyse gökte ay ı görüceksin gündüzse gökte güneşi görüceksin. Güneşi şu kadar görürsün o şu kadar gördüğün güneş dünyadan 1.303.000 defa daha büyük bir kütle. Ama gözüne göre bu kadar. 

 

İşte Kuranın bu uyarısı gözüne dayalı olarak hüküm verip, aklını kullanmamanın sonucu ilmin ortaya çıkarttığı gerçeklerden mahrum kalma amacını taşıyor. Yani gözümüzün gördüklerini alalım, o bizim için bir örnek. Bir kriter bir ölçü olsun, ordan esas geniş alana kayalım. Aklımızı kullanalım, eldeki verileri çok daha iyi değerlendirelim ve ilmi değerlendirelim.

Hangi ilmi değerlendirelim? İlim adamı bilim adamı diye kenara attığımız düşünce adamı diye kenara attığımız adamlar Allah esmasının açığa çıkışlarıdır ve onlardan çıkan ilimde Allah ilmidir. Onların son 50 yılda açığa çıkarttığı realiteler var. Atom parçalandı. "A canım atom parçalandı işte!…ne oldu!? Hemde kötü…! Ne oldu bomba!" Ya Hu atomun parçalanması demek materyalist felsefenin iflası, çökmesi, göçmesi demek. Bu bilimsel realiteyi anlayan bir insan için materyalist felsefe bitmiştir. Çünkü madde bitti. Madde kabulunun gözün algılama sınırlarından kaynaklı bir kabul olduğu işin realitesinin, gerçeğinin bunun tamamen ötesinde olduğu, sınırlı organik algılamanın ötesinde bir evrenle muhatap olduğumuz, karşı karşıya olduğumuz realitesi ortaya çıktı. Şimdi göze dayalı bir evren anlayışımız var. "Aaaaa bak biz bugün amma değiştik,geliştik!!.." Nasıl geliştik? "Uzay teleskoplarımız vaar,elektron mikroskoplarımız vaar,bir yerden bir yere korkunç bir algılama alanımız var…"

Pardon...!1 sn..! Uzay teleskoplarından elektron mikroskoplarına kadar olan bütün cihazları neyle değerlendiriyorsunuz? 3000angstromlük algılama alanı olan gözle!!!…

Uzay teleskoplarından elektron mikroskoplarına kadar elde ettiğin bütün veriler daha neler icad edersen et, sonuçta 4000angstromlük algılama alanı olan gözün kadarıyla değerlendirilebiliyor. Dolayısıyle gözüne dayalı hüküm vermek noktasındasın el an bugün de 1000 sene sonra da 10,000 sene sonra da..ne zamanki göz bebeğini atar, göz bebeğini kullanmayı bırakır, o 4000 angstrom yerine 40,000 angstromlük bir veri yollayıcı takarsan buraya, işte o zaman farklı bir evrenle muhatap olursun. Aksi taktirde bu göz bebeğiyle hangi boyutta ki hangi kapsamdaki cihazı kullanırsan kullan, fark etmicektir. Peki beyin, göz kadar mıdır? Kulak kadar mıdır? Kendisine gelen dalgaları değerlendiren bir merkez! Beynin sınırının çözülmesi muhal…dünyadaki hiçbir bilgisayar beynin milyar da 1 kapasitesine ulaşamaz. 100trilyon nöron bunun işlevini ne kadar yapıp nöronların hepsi her biri 16bin nöronla bağlantılı. Her bir nöron 16.bin nöronla bağlantılı. Beyinde milyarlarla nöron var bu milyarlarla nöron 16bin nöronla bağlantılı. Bunu hadi bana gösterin! Aklın alamayacağı bir şey bu. Hafsalanın alamayacağı bir şey. Bir nöronun 16bin bağlantısını daha görme noktasında yetersisiz. Birde bunların her birinin 16bin bağlantısını düşünün…Şimdi beynin esasında sade göze bağlı değil bunun dışında çok daha fazla dalga değerlendirme mekanizması var. İçime doğdu dediğin, bilemediğin, adını koyamadığın çeşitli şekillerde tanımladığın telepati dediğin bilmem ne dediğin ne isim verirsen ver çeşitli duyular dediğin özelliklerin hepsi beyinde çeşitli algılama mekanizmalarından başka bir şey değil. Çünkü, varlık, kainat, evren, evren içi evrenler, bunların tamamı esasında dalga okyanusundan başka bir şey değil. Pardon biraz hızlı atladık galiba geri dönelim, bu bir beden. Vucüd. Veya hücresel yapı. Ben buna hücresel yapı da desem doğru, beden desem de doğru, vucud desem de doğru. Ben buna hücresel yapı değilde moleküler yapı desem de doğru. Molekuler bir kitledir. Peki, ben buna, moleküler değil de atomik bir kütledir diyorum. Bu da doğru. Bu atomik bir kütle değilde kuarklardan oluşmuş bir kütledir diyorum. Doğrumu? Bilimsel gerçeklik olarak doğru..Daha ötesiyle bu kuantsal bir yapıdır diyorum...

 

Şimdi bakın buradaki yapı ister kuantsal yapı diyin, ister kuarksal yapı diyin, ister atomik yapı diyin, ister moleküler yapı diyin ,ister hücresel yapı diyin, ne dersem diyim neticede aynı şey!. Algılama organına, algılama cihazına veya algılanan birime göre değişik isimler takıyoruz aynı şeye. Yani bu bedeni büyütürsek ister dünya deyin ister hayvan deyin ister nebat deyin ister galaksi deyin hangi isimle neyi anarsanız anın, bu andığımız şey kuantsal boyuttan baska bir şey değildir, Kuarksal boyuttan başka bir şey değildir, atomik boyuttan başka bir şey değildir, moleküler boyuttan başka bir şey değildir. İşin özüne girdiğimiz zaman evren tümüyle bir dalga okyanusundan başka bir şey değildir. Wave okyanusundan başka bir şey değildir. O zaman ben de bir şuur var mı? Var! Sen de bir şuur var, o zaman evrenin tamamında bu şuur var demektir!! Yani algılayıcılar algıladığı boyutun varlığını öne sürüyor. Veya bir başka ifadeyle her dalga boyu klasmanı veya katmanı, kendi boyutunun varlığını yaşıyor. Yani hani biraz evvel anlattığımda bu android kişiliği dışsallığın oluşturduğu programladığı kişiliği ortadan kaldırırsam ne kalır dedim? "Ben" bile kalmaz "hiç" kalır dedim…işte bu "hiç" in hakikatı bu dalgasal boyutun hepliği. "Hiç" in hakikatı "Hep". Ama sen, ben bu "hep" ten daha doğrusu "hiç" ten bihaber yaşıyoruz çünkü "hiçliği" fark etmemişin. Dışsallığın oluşturduğu android kişilikle kendi hakikatımıza ulaşamıyoruz. Çünkü, bunu yolu "hiç"likten geçiyor "hiç" olmaktan geçiyor. "Hiç" olamadığın için de "Hep"i göremiyorsun.

 

İşte nirvanaya ulaşmak dediği de "hiç"liğe ulaşmaktır, taoizmin anlattığı tao ya ulaşmakta "hiç"liğe ulaşmaktır, tasavvuftaki fenafillah Allahta yok olmak "hiç"liğe varmak ta aynı şeydir! Hakikatını bilmek istiyosan, kendini arındır. "Kad efleha men zekkeha!"

Kendini arındıran teskiye eden felaha erdi! Bu yazıda Kuranda bunu anlatır. Yani "hiç" olursan "hep" sende açığa çıkar. Burda çok önemli bir nokta var, o da şu:

sen "hep" olmazsın, olamazsın yani, mutlak TEKin açığa çıkarttığı suretlerden bir suret, algılama merkezlerinden algılama, noktalarından bir noktasın sen. Sen de "O" dilediğini açığa çıkartıyor sen "O" olmuyorsun!!.. İşin püf noktası burası. Sen "O" olmuyorsun... Sen de kendini yok etme halini açığa çıkartırsa o zaman "O" açığa çıkıyor sen yok oluyorsun. Onun için Veli Allahtır!

Kul Veli olmaz. Veli Allahtır. Kul kuldur Allah Allahtır!

Allah nedir?...

 

Haaa…Allah nedir in cevabı yoktur!  Çünkü Kuran, ismi Allah olan diyerek olayı açıyor ve bırakıyor. Onun çeşitli özelliklerine işaret ediyor. Ama bir obje olarak onu tanımlamıyor! Özelliklerine işaret ediyor!.. "TEK" dir diyor. Herhangi bir sınırla sınırlanmayan Tektir diyor, kendisine ne bir şey katılabilir kendisinden ne bir şey çıkabilir SAMEDdir diyor. Bunlarla bir yapıdan söz ediyor. Yani, buradaki bu anlatılan özellikler kuantsal boyutun özellikleri.

Biz kuantsal boyut diyoruz. Kuantsal boyut demiyelim Allahın kudreti diyelim. Aynı şey.

"Hayır efendim kuantsal boyut olmaz o Allahın kudreti?!" Peki tamam Allahın Kudreti. Ordan meydana gelen her şey bir sistem içinde bir mekanizma olarak meydana çıkıyor mu? Çıkıyor! Çıktığına göre ne var? Bunun arkasında bizim bugünkü kendi anlayışımıza göre bir şuur var.

Bir akıl var. Aklı evvel. Peki aklı evvel , aklı sonra ,ne dersen de kardeşim! Neticede burada sistemi oluşturan bir ilim var. İşte o da Allahın ilmi! Kuantsal boyutun 2 özelliği, birisi kudret birisi ilim. Birisi Allahın kudreti birisi Allahın ilmi. Bu özellikler bütün o dalga okyanusunu meydana getiriyor, o sonsuz dalga okyanusundaki her bir dalgasal katman da kendi boyutunu algılayarak evren içre evrenler denen bir biçimde sonsuza dek bir akış içinde geçiyor...

Kıyamet… nedir kıyamet?

Dönüşüm!!…

Kıyametlerin sonu yok, her katmanın her boyutun kendine özgü kıyameti var. Birimden küle kadar her birimin kendi boyutunun kıyametleri sonsuz. Çünkü o isimlerle Allah isimleriyle işaret eden özellikler sonsuz. Ve onlar bir an birisi çalışıyor bir an tatile çıkıyor öteki isim devreye giriyor diye bir şey yok, her an geçerli.
El Bais ismi her an geçerli yani baas denen olay her an meydana geliyor her boyutta ve katmanda. Derken; buradan kaymayalım ana noktayı kaçırmayalım bütün bu varlığı meydana getiren kuantsal boyut, orjini itibariyle kuantsal boyut olarak devam eder. Dönüşüme uğramaz! Kendi boyutunda kuantsal boyut olarak devam eder. İşte Esma Alemi diye anlatılan Allah isimlerinin işaret ettiği potansiyel , kuantsal boyuttur. Kuantsal boyut hiçbir zaman bizim kelime ve düşüncelerle tanımlanamaz, tarif edilemez. Sadece onu varlığın özü orijini kaynağı olan bir potansiyel ve bir şuur bir ilim ne dersen de, olduğu açığa çıkar.

 

Peki bu Allah mıdır?

Haşa…!

 

Gayrımıdır? Haşa…!

 

Şimdi gayrı değildir çünkü, onun ilim ve kudreti olarak mevcuttur. Allah adıyla işaret edilen budur diyemezsin çünkü, Allah adıyla işaret edilen indinde bir noktadır. Sayısız noktalardan bir noktadır. O nokta gibi nice noktalar var "O"nun indinde ki; işte Allahu Ekber sözüyle anlatılan şey burasıdır. Bu husustur. Çünkü o kuantsal boyut esma alemi olarak anlatılan o kuantsal boyutta Allah indindeki alemlerden bir alemdir. Allah indindeki noktalardan bir noktadır ve bunun içinde Kuran derki "vallahu ganiyul alemin!" Allah alemlerden ganidir, beridir. Onu o kadar la da sınırlama sakın. Oraya geldiğin zaman, bunu kavradığın zaman, sende bu ilim açığa çıktığı zaman, bu açığa çıkan ilim dolayısıyla sakın ola ki Allah adıyla işaret edileni bununla kayıtlama kendine zulmetmiş olursun. Bu anlattığım olayı anlamayanlar diyor ki: "Efendim kainat enerjidir,allahta enerjidir her şey enerjiden meydana gelmiştir.öyleyse allah enerjidir!?" diyor. Hayır kardeşim! Benim bu anlattığımdan sen bunu çıkartıyorsan demek ki ben yeterince anlatamıyorum sana olayı..?.Benim anlattığım ortada. Kuantsal boyut

Allah ilim ve kudretinin açığa çıktığı bir boyuttur, Allah da bu alemlerden ganidir hükmüyle, Ekberdir.

 

2- Evet bu bizim Kuranı bugüne kadar edindiğimiz bilgiler ışıgında Cenabı Hakkın ilham ettiği kadar bir anlayışla değerlendirmeye çalıştığımız metin. Bu metinde Kuranın ayetlerini ne şekilde de anlayabileceğimize dair işaretler okunucak. Eğer bu anlayış ve bakışla bu kitabı okursak, mesela ne olur? Bir misal verelim: mushaf ın son bölümlerinde yer alan bir sure…iza cae nasrullahı vel feth, Ve raeytenNase yedhulune fiy diynillahi efvaca, Fesebbıh BiHamdi Rabbike vestağfirHU, inneHU kâne Tevvaba. Başında besmele okumadık. Besmelenin yaşanan bir olay olduğunu bilmeyenler, besmele okumadan Kuranı okumayın sözünü kelime olarak "Bismillahirrahmanirrahim" demek diye anlarlar. Halbuki Kuranı okumadan evvel besmele çekin diye söylenen sözün anlamı, o ayete yönelmeden evvel ismi Allah olan Rahman ve Rahim bütün varlığını meydana getiren olarak senden sen ismiyle varlığa nazar etmektedir!!.. Dolayısıyla sen senliğini kaldırarak bu ayetleri oku demek istemektedir anladığımız kadarıyla, işte bunu yaşayabiliyorsak eğer zaten besmeleyi okumuşundur. Bunu yaşayamıyorsak 100milyon kere söyleyecek kadar ömrümüz olsa bile bu kelimeyi tekrar etsek,

bir kere bile besmeleyi okumuş olmayız! Dedikten sonra, iza cae nasrullahi vel feth eğer sana Allahın nusreti zaferi kazanımı bunun açılımı ulaşırsa, eğer ulaşırsa ve bu açılımın sonucunda ,Ve raeytenNase yedhulune fiy diynillahi efvaca öbek öbek insanların Allahın dininde olduğunu fiy diynillahi, Allah dininde olduklarını görürsün! Niye? Eğer varlığının "hiç"liğine ulaşır, bu ulaşımının sonunda sende Allah nazarının bakışı açığa çıkarsa görür gözün Allah olursa görmekte ve bilmektedir ki bütün insanlar öbek öbek, tür tür, ırk ırk, cins cins, Allah dini yani Allah sistemi üzere kulluk halindedirler. Ve raeytenNase yedhulune... O kulluğa giriş halinde, o kulluğu yaşamak halindedirler. , Fesebbıh BiHamdifesebbıhsebt kökü, dönme, sürekli açığa çıkarma, yeni bir hali açığa çıkarma halidir. Onların bu sürekli yeni açığa çıkarttıkları Allah Esmasını müşahade halinde olursun ve bunun sonucu olarak da bi Hamdi rabbihi, Fesebbıh BiHamdi Rabbike Hakikatın Rabbin yani hakikatın ın sende bunu açığa çıkarmasını Hakikatın olan Rabbının değerlendirmesiyle değerlendirirsin.

Bu değerlendirme Rabbıne aittir. Hamd Rabbine aittir, çünkü zaten o nokta senin kendi "hiç"liğini idrakından sonra "hiç"liğinle kendi varlığının ortadan kalkışı ile hakkın nazarının sende açığa çıkmasıyla açığa çıkan bir müşahadedir. inneHU kâne Tevvaba şüphesiz ki O tevvab tır. Yani senin varlığında açığa çıkan senin varlığını ortadan kaldırarak senin senliğinden gelmiş olanların tümünü ifna edip yok eder, işte iza cae suresinden bu fakirde açığa çıkan mana…

 

Görüldüğü gibi burada bu surelerde veya ayetlerde anlatılan olay biraz evvel anlatmaya çalıştığım, senin kendi varlığını ortadan kaldırmak yani nefsini tesfiye etmek denen olayın sonucunda açığa çıkar. Demek ki bütün mesele sonradan var olan var sandığın benliğinin benliğin sandığın yapının hakikatının olduğunun sende açığa çıkmasıdır. Şimdi konuya başka bir yönden gelerek bir hususu anlamaya çalışalım. Varlıkta meydana gelen bütün oluşumlar, esma alemindeki, yani isimlerle işaret edilen potansiyel yapıdaki özelliklerin açığa çıkışı diye tanımlanan, kendi içindeki algılamadır. Ve bu algılama külle yevmin hüve fi´şen ayetinde anlatıldığı üzere her an dönüşüm halindedir. Nitekim tüm dalgalar her an dönüşüm halindedir, iniş çıkış halindedir. Bu dönüşüm tüm varlığın her an yenilenmesini meydana getirir. Ve yeni bir mananın algılanmasını oluşturur. Algılama ile algılanan değişir. Çünkü orijin değişmezdir. Esma alemindeki dönüşüm algılayan ile oluşan bir dönüşümdür. Varlığın orijini ve hakikatı bu olması hasebiyle sayısız boyutlarda sayısız katmanlar veya bir diğer ifadeyle sayısız evren içi evrenler meydana getirmiştir. Ama bütün bu evrenler, evren içi evrenler orijinde çok boyutlu Tek Kare Resim diye tanımlamaya çalıştığım, sayısal manada tek değil "Tek Kare Resim" diye tanımlamaya çalıştığım "TEK" bir yapıdır. Bu tekliği itibariyle seyir Esma mertebesine aittir. Açığa çıkış noktlarındaki algılayışsa bunun ilmiyle beraber külli bir seyir mümkün değildir olmaz. Hiç bir açığa çıkış noktası küllü ihata edemez, ama külle muhtevidir. İşte hologromik sistem dediğimiz sistem, kül zerrede mevcuttur. Zerre küllün yansımasıdır. Zerrede yansıyan küldür ama bu potansiyel olarak kendisinde mevcut olan demektir. Zaten zerre diye tanımlanan algılayıcı ve algılanan boyut, o algılama ve algılayan boyutu oluşması için meydana gelmiştir. O özelliğin açığa çıkması için meydana gelmiştir. Dolayısıyladır ki onun diğer boyut veya diğer katmanları ihata etmesi gereksizdir.Onu ihata eden zaten etmek durumundadır. Çok basite indirgeyerek söyliyim: Ahmed Hulusi adı altında var olan anlayış Ahmed Hulusi nin açığa çıktığı boyutun algılanması ve değerlendirilmesi, ve o boyuta gereken müdahalelerin yapılması için vardır. Ahmed Hulusi Allah olmak ve Allahlığı yaşamak için var değil, Ahmed Hulusi kulluğu yaşamak için kul olarak var...

 

Bunun için KUL olarak meydana gelmiştir. Ahmed Hulusi de varlığının var olmadığını, onun kendisinin bir "hiç" olduğunu kül açığa çıkartır ve Ahmed Hulusi de kendi hiçliğini itiraf kendi kulluğunu itiraf ve Allah indinde her an secdede olduğunu dile getirme mümkündür. Bunu yapar. Ama hakikatının Allah olması demek Allah esmasından varlığının meydana gelmesi demek, onun, asla ve katta hiçbir zaman onun hak olduğunu ve Allahlığını iddia etmesine yol açmaz. Kul kuldur,Allah Allahtır. Allah alemlerin rabbidir. Kul Allahın dilediği esma özelliklerinin açığa çıkıp, Allahın muradının yerine gelmesi için vardır. Dolayısıyladır ki alemleri var eden Allah yeryüzünde de kendi ilmini izhar edeceği yarattığı sayısız mahlukat, meydana getirdiği sayısız açılım arasında kendi ilmini izhar edeceği, kendi hakikatını fark ettireceği bir varlığı meydana getirmek, yaratmak istediği zaman, bu varlığın oluşumu diğer varlıktaki kuvveler tarafından algılanamamış, kapasiteleri gereği, ve onlar demişler ki: "..yer yüzünde benzerleri olduğu üzere, gene kan döküp fesat çıkarıcak yeni bir tür mü meydana getiriyorsun?" Yani böyle bir anlayış onlarda oluşmuş..ilk varlığı görmek istediklerinde, çünkü o varlık,hakikatına ayna olup hakikatının gereğinin farkındalığı kendisinde açığa çıkacak kapasitede bir varlık olacak.Yani Halife...

 

Burda söz edilen varlık dişillik veya erkeklik kavramının ötesinde bir varlıktır. Çünkü burası Şuur boyutudur.Beyinde açığa çıkan Şuur noktasıdır. Bu şuur noktasındaki Şuur da hakikatının farkındalığı anlamındadır. Dolayısıyle bu farkındalık kadın bedeni veya erkek bedeni fark etmez beyindeki bir kapasite özelliğidir.Onun içinde bu ayette kadınlık veya erkeklik kavramı yok, Halife kavramı var. İşte bu farkındalık açığa çıktığı zaman o sırada yeryüzünde sayısız insansılar vardı. Yani belirli bir bilince sahip, dışsallığın oluşturduğu bir bilince sahip,ve bu bilinci bedeninin biyolojik yapının esir olmuş bedeninin istek ve arzularına gönük , bedeninin keyfini yaşamak..."

 

2009 / Ekim.

 

Üstad Ahmed Hulûsi

 

Lütfen dikkat. Bu sohbet, bizatihi Üstâd Ahmed Hulusi´nin kendisinin yazmış olduğu bir sohbet değil. Üstâdın bir toplumda veya dostlar ortamında yapmış olduğu bu acıklama; sohbet, kendilerini gönülden dinleyen dostlar tarafından yazıya dökülmüşdür; başka insanlar da faydalansın diye. Yani sohbetin içeriği , manası Üstâda ait. Lakin yazi metni, sohbeti yazıya döken samimi dostlara ait.

 

Sonuç:  yazılımda hata; harf eksikliği veya misal ayetlerin yazılış şekli isabet değil ise; veya yazının genel uslubu Üstâda bire bire uymuyor ise, sebebini böylece acıklamış olduk.

 

 

ANASAYFA

veya

Sohbetlere dön (51-101)


veya

Sohbetlere dön (01-50)

İletişim:   SufiCaN@web.de


Sayfa Tasarım: 

Cüneyd Yayla (SufiCaN)

Akın Apardı

 

AH özel sohbetleri yazıya ceviren:

Saffet Eygi

@Saffet_eygi

 

AH sözleri ingilizce toplayan:

Akın Apardı

 

AH Evrensel Sırlar Piyes:
Selim Kartal Bicer
Sevda Bicer

Mehmet Cetin

Serkan Yenal
Zeynep Bodur